25 Aralık 2016

[Blog Tur] Dark Net - Jamie Bartlett


Kitap: Dark Net / The Dark Net: Insıde the Digital Underworld
Yazar: Jamie Bartlett
Yayınevi: Timaş Yayınları
Tür: Kurgu Dışı, Bilim
Sayfa Sayısı: 304

Birçoğumuzun sürekli ziyaret ettiği, zaman geçirdiği veya işlerini yürüttüğü internette; Google, Twitter, Facebook ve Amazon'un çok ötesinde, özgürlük sınırlarının zorlandığı, insanların istediği kimliğe bürünebildiği ve bu sayede istediğini yapabildiği devasa boyutta gizli bir dünya var.

Bu dünya, son derece özgür ve karmaşık olduğu kadar, aynı zamanda tehlikeli ve rahatsız edici. Üstelik, size düşündüğünüzden çok daha yakın. Jamie Bartlett son yılların en büyük sorunlarından biri olan dijital yeraltı dünyasına bir maceracı gibi dalıyor ve oradan, bire bir tanıklarla edindiği deneyimleri anlatıyor bizlere. Trollerden hackerlara, uyuşturucu tacirlerinden porno yapımcılarına, siyasi fanatiklerden özgürlük taraftarlarına kadar bu çetrefilli dünyayı anlamak adına çalmadık kapı bırakmıyor. Bizler bu karmaşada yolumuzu kaybetmeyelim diye âdeta bize yol gösteriyor.

Dark Net, her gün bir şekilde kulağımıza çalınan fakat çok az bilinen ve keşfedilmemiş bir dünyaydı. Ta ki bu kitaba dek...

Buzdağının görünmeyen kısmını keşfetmeye hazır mısınız?

   Gizem tur kitabı olarak bunu önerdiğinde heyecanlandım ama sonrasına elime almak istediğimde okuyamadım çünkü okumak için motivasyon eksikliği çekiyordum. Daha sonra Pınar ile görüştüğümüzde kitabın başındaki Suikast Borsası'ndan bahsetti ve ilgimi çekmesine yetti. Örneğin bir kişinin ismini yazıyorsunuz üstüne parayı koyuyorsunuz ve öleceği zamanı tahmin ediyorsunuz. Doğru bilen paranın hepsini alıyor ve kitapta anlatılana göre hiç de azımsanacak bir borsa değil. Kitabın ön okumasından da bununla ilgili bölümü okuyabilirsiniz. Link burada

   Kitap iyi bir araştırmanın ürünü ve 50 sayfalık notlar kısmı ve yazarın her sözünün kaynağının olması doğruluk şüphesini ortadan kaldırıyor. İnternet kullanıcıları olarak internetin küreselleşmesi, yakınları uzak etmesi, her bilgiye sınırsız ulaşım gibi faydalarını çokca sayabiliriz. Medya üstüne, internet üstüne teoriler de oldukça fazla. Fakat her aydınlığın karanlığı olması gibi internetin de karanlık tarafını Dark Net ortaya koyuyor. 

   Yazar internetin ortaya çıktığı yılları ve kullandığı zamanları anlatırken gözüme hep eve internetin gelişi canlıyor. İnternete bağlanma sesi o kadar nostaljik geliyor ki o sese denk geldiğimde hüzünleniyorum. Çocuksu heyecanlanlarla internetin bağlanmasını beklemek, bağlandıktan sonra yeni bir şeyler keşfetmek, forumlarda dolanmak, o anları hatırlamak hem hüzünlendiriyor hem de bir konuyu kitapla birlikte net hatırlıyorum: İnternette anonim olarak gezmek. Forumlarda nickname alıp dolanmak, istediğin bir kişinin karakterine bürünmek gibi içinde gizem barındıranlar ilgi çekici de geliyor.  Dark Net'de bu gizemin araştırmasını Troller bölümüyle acımasızca ortaya koyuyor ve daha birçok şeyi de. 

   Devletten bağımsız olmak, özgürleşmek, ekonomik olarak da özgürleşmek, paranın değerinin bile Bitcoin olarak ortada dolanması internetin yeraltında neler döndüğünü okudukça korkmadım değil. Bunun yanısıra kitap bir noktaya da parmak basıyor: Dijital dünyada beğenilme, kendimize bu dünyada yer bulma arzusuyla kişisel ve özel bilgilerimizi bile tanımadığımız birçok kişiyle paylaşıyoruz ve bu devam edecek. Yakın zamanda gördüm ki bununla başa çıkmakta zorlananlar da oluyor. 

  Kitap bu kadar karanlıktan bahsederken karanlığın içindeki aydınlığı da değiniyor. Bu durum acaba internetin yeraltı dünyası olması iyi bir şey mi sorusunu aklıma getirirken daha birçoğunu da beraberinde geliyor. Yazarın kitabı iyi bir dille yazıp gerçekte var olan kişilerle konuşup bazı durumları ve olayları da denemesi internet kullanıcılarının ilgisini çekebileceğini düşünüyorum. Ayrıca bölüm bölüm ele aldığı konularla da farklı deneyimleri ve internetin farklı kullanım yöntemlerini de yazar başarılı bir şekilde ele almış. 


   Jamie Bartlett, İngiltere'de Demos adlı düşünce ve politika ile ilgili bir enstitüde Sosyal Medya Analizleri biriminde yöneticidir. Kendisine göre korkunç olan makaleler yazar ve bunların çoğu teknoloji, toplum, politika ve internet kültürü hakkındadır. Kendi internet sitesinde de bu yazıları yayınlar. Ayrıca Ted ve Google gibi birçok yer de konuşmalar gerçekleştirmiştir. 




3 Aralık 2016

Okunanlar | İzlenenler Kasım '16


Harry Potter and the Sorcerer's Stone - J.K. Rowling
Scholastic

   Sonbaharın son evreleri, yavaş yavaş kışa geçilmesi ve soğuğun hissedilip evde kahve, çay, kitap, dizi, film için Kasım ayı en sevdiğim ay. Tabii bir de buna doğum günümü ekleyebiliriz :) Hâl böyle olunca okunan kitapların, izlenen dizi ve filmlerin sayısı çok olurmuş gibi hissediliyor ama okunan kitap için sonuç sadece yukarıdaki. Nedeni ise okulun yoğunluğu ve stresi insanı bitiriyor.

   Her neyse, Kasım için tek kitap okuma hakkın olsa deseler bir dahakine de Harry Potter seçerim :) Üç aşağı beş yukarı benim dönemimde olanların çoğu Harry Potter ile büyümesi, bu seriye her zaman göz bebeği gibi bakılır. İlk film çıktığı günden hiç kaçırmadan sinemaya gidip o büyülü dünyada kaybolurdum. Filmlerini çok sevsem bile tekrar tekrar hiç izlemedim ve kitaplarını da önceden okumamıştım. Scholastic Harry Potter için bu seriyi yayınlayınca resmen gözüm kalmıştı. Kapakları o kadar güzel ki bayılıyorum. Fakat gözlerimle görüp incelediğimde sayfalar gazete kağıdı gibi gri gibi bir renkte ve okundukça kitabın formu bozuluyor. On ay boyunca alıp almamak için karar veremedim. Sonra düşündüm ki bunu almadan eve dönersem bin pişman olacağım, o yüzden ne olursa olsun almaya karar verdim ve şimdi iyi ki diyorum.

   Aldım ama bu seferde okumayı erteledim. Özel bir zamanda okumak istiyordum ve en yoğun zamanımı okumak için seçtim. Bu yüzden istediğim hızla bitiremedim ama bu dünyaya daha da derin bir şekilde dahil olduğum için çok mutlu oldum. Bir yandan İngilizce versiyonunu okurken diğer yandan illustrasyonlarına bakıp ilerledim ve illustrasyonlar gerçekten mükemmel. Sırlar Dünyası'nı da illustrasyonlarıyla okuyup her yıla bir Harry Potter gibi mi ilerlesem diye düşünsem de bir yerden sonra sabredemeyeceğimi biliyorum.


   Kitabı bitince ertesi günün akşamına filmini de izleyerek ilk kitabı sonlandırmış oldum. Tekrar izleyince anladım ki çok özlemişim ama bu sefer kitaptan sonra izleyince filmin okuyucu için ne kadar az geldiğini anlamış oldum.


   Kitabını okuyalı kaç yıl oldu ama hatırlıyorum da kitaptaki fikirden korkup ne kadar etkilenmiştim ve kitabı çok beğenmiştim. Film benim için ortalamaydı ama tabii ki İstanbul sahnelerine gelince insanın göğsü kabarıyor. 


    Marvel'ın filmlerini heyecanla beklemem ve hatta izlemek için merak duymuyorum çünkü bana aşırı abartı veya efektleri bana çok fazla geliyor. Bu durum Doctor Strange için geçerli değil çünkü Benedict Cumberbatch'in şahaneliği bu filmi beklemem için en büyük etkendi. Filmin hikayesini veya arkaplanını bilmeyerek gittim ve o salondan aklımda bir sürü soruyla ve filmin şahaneliğinin etkisi altında kafam dopdolu çıktım. 

   Bu filmin benim için diğer önemli tarafı ise filmdeki mistik hava, zihin gücüyle yapılabilecekler ve bunun gibi birçok soruyu beraberinde getiren düşünceler. Zihnimizle neler yapabiliriz sorusu filmi izlerken hep bir yandan da bu sorunun cevabını bulmaya çalışmakla geçiyor. Bu nedenlerden dolayı bayıldım ve devamını heyecanla bekliyorum. Benedict'ticiğimizi görebileceğimiz kadar görelim :)


   İki hafta falan önce Spotify'da Lost Stars adlı şarkıya denk geldim ve çok beğenince kim söylüyormuş diye baktığımda Keira Knightley'in söylediğini görünce şaşırdım. Meğerse bir filmin şarkılarını söylüyormuş. 2014 yapımı bu filmin fragmanına baktığım fena değilmiş diyip şarkıları da çok sevince izledim ama filmde hiçbir şey yoktu diyebilirim. Gretta İngiltere'den meşhur bir şarkıcı olan Dave (Maroon 5'tan Adam oynuyor) ile New York'a stüdyo çalışmaları için gelir. Bir gün Dave Gretta'ya onu aldattığını bir şarkı dinleterek söyler. Gretta, bu arada söz yazarı ve sevgilisine şarkılar hediye eder. Gretta, sevgilisini terk eder ve Londra'ya dönmek için uçağını beklerken o sürede arkadaşında kalır ve arkadaşı zorla kızı çalıştığı bara götürür ve üstüne bir de zorla şarkı söylemesini ister. O sırada yeni şarkıcılar bulma peşinde dolaşan Dan'in günü iğrenç geçmiştir ve o da bu bara gelir. Gerisi bilinen kızı keşfedip albüm yapmaya zorlaması gibi gelişir ama bu süreçte bir kaç konu da gelişirken film hiçbir şey hissettirmeden biter. Müzik dinlemeyi seviyorsanız bu film de yeni müzikleri keşfetme gibi bir film olabilir.

  Filmi genel olarak beğenmedim ama beğendiğim iki şey var: Biri film boyunca çalan müzikler ve diğerisi ise filmdeki bir sahne ya da bir fikir. Dan ile Gretta New York'u telefona takılan kulaklık çoğaltıcısı ile aynı anda aynı hislerle kulaklıklarıyla şarkıları dinlerken keşfederler. Bu fikir o kadar hoşuma gitti ki bir gün denenecekler listesine yazılabilir. 


  
   Günlük rahatlama zamanlarımı Gilmore Girls ile değerlendirdiğim için 2. sezonu da zevkle bitirdim. Bir yandan da Younger ve New Girl'e bakıyorum. Once upon a time'ı bu sıralar izleyesim gelmiyor. Her gün bir iki bölüm Gilmore Girls çok yeterli oluyor. 


Kasım da az ama öz olarak sevdiğim güzel şeylerle veda etti. Yine güzelliklerle gel Kasım ^-^


27 Kasım 2016

Kitap Alışverişi #28


   Bu fotoğraf büyük bir hayalin gerçekleşmesinin sonucudur. Sahafları gezmeyi, o güzel kapaklara ve ciltlere hayranlıkla bakmayı ve güzel kitap önerilerini almayı çok severim. Bu yüzden İstanbul'da sahaf festivallerini gezmeyi çok istiyordum ve çok şükür bu yıl yarım saatliğine bile olsa hızlı bir turla gezebilme fırsatını elde ettim. O kadar hızlı gezdim ki rafları araştırmaya ve dolu dolu bakmaya fırsatım yoktu. Bu yüzden Beyoğlu Sahaf Festivali'nde hedef olarak zaten toplamaya çalıştığım Altın Klasikler ve Nobel ödülleri serilerine bakmaya karar verdim hem kapak tasarımlarını bildiğim için raflarda bulması kolay oluyor. 


   Gezmeye başladığımda ikinci veya üçüncü dükkanda bu üçünü aynı sahafta buldum. Birkaç kitap daha vardı ama şömizleri çok iyi durumda değildi o yüden vazgeçmiştim. Bu üçüne 40 lira vererek kârlı bir alışveriş yaptım. Nana'nın kapağına bayıldığımı ayrıca belirtmek istiyorum. Dükandan çıkarken diğer dükkanlarda da bayağı bu kitapları bulacağımdan çok ümitliydim çünkü daha en başta fazlaca bulmuştum ama düşündüğüm gibi hiç olmadı. 


   Vaktim de olmadığı için sırasıyla her bir kısma aceleyle ve hızlı bir göz taramasıyla geçerken başka hiçbir yerde ne klasik ne de nobel serisine rastlayamadım ta ki çıkışa yakın bir dükkanda rastlayana kadar ve ondan da Delikanlı resmen parlıyordu. Bunu da 25 liraya çok uygun bir şekilde aldım. Festival çok hoştu hatta ben gezerken müzayede bile yapıyorlardı. Tahminimden daha az dükkan vardı, bu beni biraz şaşırttı ama doyasıya gezemediğim için de üzgünüm. Ne diyelim sağlık olsun.


   Bir ay önce gibi kitaplığımı düzenlerken elimden çıkarmak istediğim kitaplar vardı. Birazını dağıtmıştım ama elimde kalan yine çok olunca sahafa gidip verdim. Seçtiklerini aldığı için elimde hala kitap var ama gidilecek yerleri belli. Sahafın aldıklarına karşın ben de yerine bu dört kitabı seçtim. 5 kere dolanmama rağmen en sonunda Mutluluğu Beklerken'i fark etmem çok garipti. Bir türlü görmemişim ve alınacak son kitabı arayıp duruyordum ve neyse ki bunu sonunda gözlerim gördü ve okumayı en merak ettiklerimin arasında. 

24 Kasım 2016

Kitap Alışverişi #27


   Nisan'dan beri kitap almıyordum ama son dönemlerde okul için bir şeyler alınca yanına merak ettiğim bir kaç bir şey de ekledim diye yazarken fark ettim ki alanım adına sadece 3 kitap (belki 5 de diyebiliriz) alıp gerisi genel merakım üstüne alınmış olanlar.  Kitap almak için buralara bahane yazmama gerek yok sanırım. ^-^


   Bir arkadaşımla konuşurken muhabbet arasında Mutlu Prens geçti ve okumadıysan oku çok hoş bir kitap dedikten sonra alışveriş sitelerine bakındım ve bu İngilizce versiyonunun kapağı çok hoşuma gitti. Book Depository'de çok uçuk bir fiyat olmayınca bu edisyonunu almaya karar verdim. Book Depository'i denemek amaçlı kitap aldığım için 2 yıldır aklımda kalan ve gördüğümde almadığıma pişman olduğum Dubliners'ini de en sonunda aldım. Tabii aldım sürede dolar bu kadar da uçuk değildi. İlk önce The Happy Prince'i yolladılar 12-13 iş gününde geldi ve ben yanında Dubliners de gelir diye düşünmüştüm ama gelmedi ama hala yola da çıkmış gözükmüyordu. Mail attığımda 12 gündür yola çıkmadığı söyledim ve hatalarını kabul edip hemen ertesi gün yolladılar. Çok hafif kapağında hasar var ama yine de geldi. Sonuçta aksaklık olsa da ilgileniyorlar. Bu bakımdan memnun kaldım ama alacağınız kitaplar ciltli ve kalın kitaplarsa öncelik olarak Amazon'a bakmanızı tavsiye ederim daha ucuza gelebilir. Her ne kadar Book Depository dünyanın her yerine ücretsiz gönderim dese de ip adresinden ülkeyi belirleyip fiyatlara kargo ücreti eklenmiş oluyor. Fakat Amazon'da böyle ciltsiz ve normal kalınlıklardaki kitaplar da Amazon daha pahalıya gelebiliyor. Sonuç olarak hangi kitabı alacaksanız iki siteyi de kontrol etmekte fayda var. 

   Rebel of the Sands'a D&R'ın mağazında 24 lira gibi bir fiyata denk geldim ve bu kitabın kapağını çok beğeniyordum. Uçuk fiyatlarda olmadığı için bunu internetten almakla uğraşmadım. 


   Portakal Sanat'ın 100. yılına özel çıkardığı dört kitaptan bu ikisi elimde yoktu o yüzden alışverişimin nedenini bu kitaplar oluşturuyor. Elime geçince hemen başlamak istemiştim ama olmadı sanırım biraz ara verip daha az yoğun olduğum dönemde başlamayı düşünüyorum. 


   D&R'ın indiriminde bazı kitaplar 9.90 ve %50 indirimdeydi. O yüzden merak ettiğim bu ikisini aldım. Aslında Ölçüler kitabını almak istiyordum ama hiçbir yerde kalmamış ben alana kadar. Şimdi kampanyada kitaplar değişmiş Sanat ve Mitoloji kitaplarını almak istiyorum ama büyük ihtimalle onları alana kadar yine bitmiş olacaklar. :( 


   Ekim ayında okuduklarımda yazmıştım Bir Türk Kadının Avrupa İzlenimleri'ni nasıl sevdiğimi. Hâl böyle olunca Zeynep Hanım'ı daha yakından tanımak için kitapta tavsiye edilen Haremden Kaçanlar ve Oryantalizmi Yeniden Düşünmek kitaplarını büyük bir hevesle satın aldım. Okumak için çok meraklanıyorum ama güzel vakitlerimi vermek istediğim için yine şu aralar okuyamıyorum. Yanlardaki iki kitabı alırken Eganba'yı tercih ettim denemek istediğim için ve kargo geldiğinde fark ettim ki aldıklarımın arasından bir kitabı koymamışlardı ama sitede teslim edildi diye gözüküyordu. Aradığımda durumu ilettim, anlayışla karşıladılar ve yolladılar. Yine tercih eder miyim? Fiyatlarına ve stok durumuna göre yine tercih edebilirim. 


   Bu kitapları aldım ve ben bu yazıyı yazana kadar çoktan okumuş oldum. Bu yüzden yazıları geçen ay okuduklarımın içinde.


   Bu kitaptan hiç haberim yoktu ama Pinuccia bana hediye edince gözlerimden kalpler çıkıyordu. Nasıl teşekkür etsem az. Kitaba göz atınca sahaflar hakkında tam bir araştırma kitabı. Tablolarla, grafiklerle, dönemin sahaflık yapanların listesiyle ve kaynakçası epey kalın olan bir kitap. Yavaş yavaş ama çok merakla okuyacağım bir kitap olacak. 


   Okul için alınanlardan. Beyaz Küpün İçinde'yi bitirdim fakat daha Sanat ve Gölgesi'ne geçemedim. 


   İstanbul'a birkaç günlüğüne gittiğimde İstanbul Modern'e uğradığımda Türk Plastik Sanatında İlkler kitabının indirimde olduğunu ve böyle bir kitaba hep ihtiyaç duyduğumu hissediyordum çünkü Türk Sanatı'nda kaynak yetersizliği ve neyin ne zaman yapıldığı bilgisine ulaşmak kolay olmuyor. Bu nedenle bu kitabı aldığım için çok mutluyum. Dolmabahçe Sarayı'na uğradığımda fotoğraf çekimine izin verilmediği ve o şaşaaya tekrar bakabilmek için müze mağazasından bunu aldım.


  Okulun kırtasiyesinde bu kitaba çok denk geliyordum ve 75 lira olduğu için geri duruyordum ama grafik tasarımı tarihi için çok sağlam bir kitap. Şimdi altıncı edisyonu Amazon'da indirimle 70 dolar olduğu için dördüncü edisyonda bu fiyata bayağı tatmin oldum ve okuldan başka bir yerde bulabileceğimi düşünmediğim için daha da fazla bekletmeyip almayı tercih ettim. İleride iyi bir param olur o zaman yeni baskısını almayı düşünürüm. :) 

6 Kasım 2016

Okunanlar | İzlenenler Ekim '16


Duveen Antikacıların Pîri - S.N. Behrman
Doğan Kitap

   Eylül ayında Portakal'ın Yüzyılı'nı bitirince ara vermeden Portakal Sanat'ın çıkardığı dört kitaptan diğerine başlamıştım ve oldukça zevkli bir okuma oldu. Joe Duveen'in yaşam öyküsüyle birlikte ilerleyen kitap, Amerika'daki sanat koleksiyonerliğinin gelişimi hakkında bilgiler sunuyor. Duveen'in Londra, Paris gibi topladığı eserleri Amerika'ya getirip satış işine New York'taki amcasının dükkanında başlamıştır. Duveen'in sanat piyasalarıyla oynaması, eseri ortaya çıkaran ressamın veya heykeltraşın isminin yanısıra o eserin Duveen eseri olup olmaması bile o eserin satışında ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Duveen, Mellon, Huntington, Rockefeller,Kress, Morgan gibi Amerika'nın önde gelen isimlerine tablolar satmıştır. Bunun yanısıra eser sattıkları kişilere bir prestij de sağlamaktadır çünkü aldığı eser Duveen eseridir. Ayrıca Mellon'a kurdurttuğu Washington Ulusal Sanat Müzesi ile eserleri ve adı ölümsüzlüğüne ulaşmıştır.

   Eğer aklınızdan sanat eserleri, tablolar neden pahalı ya da neden zengin bireyler sanat koleksiyonu oluşturmak ister gibi sorularının cevabı bu kitapta açık açık yazılmasa da okudukça saklı bazı bilgiler bulunabilir. 

Beyaz Küpün İçinde Galeri Mekanının İdeolojisi - Brian O'doherty
Sel Yayıncılık

   Sanat galerilerinin işleyişininden ve nasıl bir gerçeği olduğundan bahsetmektedir. Özellikle ilk bölümlerinde beyaz küpün yani sanat galerilerinin oluşturduğu etki çok güzel örneklerle sunulmaktadır; yangın alarm düğmesinin bile sanat objesi olarak gözükmesi gibi. Bu anlamda bir ilginiz var ise okunması gereken temel kitaplardan biri. 


Yalnızlık - Natalio Grueso
Pegasus Yayınları

   Pegasus'tan yeni hangi kitaplar çıkmış diye bakınırken Yalnızlık kapağıyla ve ismiyle çok dikkatimi çekmişti. Okuyup okumama konusunda kararsız kalmıştım çünkü kitap hakkında herhangi bir okuyucu yorumuna denk gelememiştim. Sadece kapağında Mario Vargas Llosa ve Paulo Coelho'nun yorumları olduğunu görünce bir şans vermek istedim. Kitabın ilk bölümleri bağlantıları çok güzeldi ve merakla ilerlerken ne olduğunu anlayamadan konu koptu ve kitaptan koptum. Sanki iki kitabı birleştirmişler gibi hissettim ve yarım bırakmak istedim. Yine de zorlayıp sonuna kadar ilerlediğimde büyük hayal kırıklığı yaşadım. 



Bir Türk Kadınının Avrupa İzlenimleri - Zeynep Hanım (Önsöz-Buket Uzuner)
Everest Yayınları

   Kitap alışverişi yaparken yeni çıkanlarda bu kitaba rast geldim ve hemen incelemeye başladım çünkü adı, mektuplardan oluşması, konusu ve önsözünün Buket Uzuner'den olmasıyla hemen sepete attım. Gelmesiyle hemen başladım ve bitirdim. 1906 yılında, yakalanırlarsa sonunda ölüm olmasına rağmen kardeşiyle birlikte haremden kaçıp Avrupa'ya giderler. Bu kadar riskli bir kaçışın nedeni ise çok büyük: kadınların kendi ailelerinde bile söz hakkının olmaması ve birey yerine konmaması. Kitaptan çok az aktarmak gerekirse Zeynep Hanım'ın babası, II. Abdülhamit döneminde Dış İşleri Bakanlığı genel sekreti Nuri Bey'dir. Zeynep Hanım, doğulu ve batılı eğitim ile yetişip altı dil bilmektedir. Çocukluğunda her şey iyi gitmektedir çünkü kendini özgür hissetmektedir ve her etkinliğe, her yere gidebilmektedir. Bir zaman gelir ki yaşmak ve ferace kullanıp gidebilecekleri, görebilecekleri , konuşabilecekleri çoğu şey ve çoğu kişi sınırlanmaktadır. Kendisine en fazla gelen durum ise babasının kendisine bile sormadan bir kişiyle aniden evlendirmesi ve bunların sebebiyle kaçış fikri aklına yerleşmiştir. Avrupa'ya gitme nedeni ise orada kadınların özgür olarak ve fikirlerine sahip çıkıldığının gösterilmesidir ama mektuplarından anlaşılacağı üzerine bu durum pek de öyle değildir. 

   Kitap Uzuner'in önsözüyle başlıyor ve o kısımda Zeynep Hanım'ı daha da tanımak için tavsiye edilen iki kitabı da satın aldım. Biri Kapı Yayınları'ndan çıkan Reina Lewis'den Oryantalizmi Yeniden Düşünmek ve Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Alain Quella-Villeger'den Haremden Kaçanlar İstanbul'da Bir Devlet Meselesi ve Feminizm (1906) adlı kitaplar. Daha satın almasam da Pierre Loti'nin Zeynep Hanım ve kardeşi Melek Hanım'ı ele aldığı Bezgin Kadınlar adlı kitabını da almak istiyorum. Önsözdeki bilgiler sonunda Zeynep Hanım'ın mektupları başlıyor. Bu mektuplar İngiliz bir arkadaşına gittiği şehirlerden yazdıklarından oluşuyor. Nasıl hissettiği, hayal kırıklıkları, özlemleri, sevinçleri mektuplarıyla birlikte akıyor. 

   Bayıla bayıla okuduğum ve çok sevdiğim bir kitap oldu. Araştırdıkça daha neler çıkacak kim bilir! 


Lâ - Nazan Bekiroğlu
Timaş Yayınları

   Nazan Bekiroğlu'ndan okuduğum ilk kitap Nar Ağacı'ydı ve çok sevmiştim. Hâl böyle olunca başka kitaplarını da okumak istiyorum ama her zaman sıra gelmiyor ya da kitaplarını almayı ertelerken son siparişimde bunu önledim. Kitabı okuduğum dönemde beni yormayacak ve duygu yüklü bir şeyler okumak isterken Lâ çok iyi denk geldi. Herkesin bildiği bir olayı yazar o kadar güzel aktarmış ki huzuru da beraberinde getiriyor. Lakin sonları verdiği huzuru alıp götürüyor, insanoğlunun yapabileceklerini işaret ederken. 


Kazananın Laneti - Marie Rutkoski
Pegasus Yayınları

   Bu ay Kitap Oburları ile gerçekten beni şaşırtan ve memnun eden bir kitabı okuduk. Yorumu ise linkte


   Bu ay izleyebildiğim tek film Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları. Filme bayıldım. Kitaptan uyarlaması bana göre harika olmuş. Afişe bakınca oyuncular konusunda pek emin değildim ama herkes rolüne o kadar yakışmış ki izledikçe karakterler de zihnimde oturuyor. Eva Green ise rolünde harikaydı gerek kostümü gerekse oyunculuğu filme çok yakışmış. Kitapta okurken bazı yerleri tam yerleştirememişim ki film sayesinde şimdi her şey yerli yerine oturdu.


   Yazın izlediğim film sayısına bakınca büyük bir düşüş yaşadım ve sorumlusu Gilmore Girls. Birkaç ay önce ilk bölümünü izleyip beni sarmamıştı ve devam etmeyi düşünmüyordum ama onca aradan sonra Netflix'te yeni bölümü olacağını görünce merak ettim ve tekrar başladım. Sonuç ise bayıldım ve beni o kadar sardı ki her gün en az bir bölüm izlemesem rahat edemiyorum. Yazın izlemeye başlayınca olmamasının nedeni ise bu dizinin tam bir sonbahar dizisi gibi olmasıymış. Şimdiden ikinci sezonun yarısına geldim bile. Eğer sonbaharda bir dizi arayışındaysanız bu diziyi öneririm. Ben biraz geç kalmışım başlamak için yaklaşık bir 16 yıl çünkü ilk bölümü 2000 yılında çekilmiş ve o dönemleri de görmek çok güzel oluyor.  

3 Kasım 2016

Kırtasiye Alışverişi #15


  Haziran başından beri doğru düzgün bir şey almıyorum (yazısını Eylül'de yazdım, orası ayrı) ama beni Bershka dün batırdı. Normalde Bershka'ya çok giren biri değilim ki çoğunlukla aksesuar kısımlarına bakarken kırtasiye ürünleri görünce gözüm döndü. Özellikle sticker not kağıtları seti, diğerleri onu da mı alsam bunu da mı alsam diye düşünürken bir anda elime aldıklarım oldu. 


   Mesela şu karede çok ürün yokmuş gibi gözükse de kasada anında 100 lirayı buldu. Aliexpress'ten mi alsam bunların yerine diye düşünürken kalitelerini beğendiğim için mağazada bırakamadım. Defter A4 ebatında olmasa da ona biraz yakın ve 13 lira. Bu boyda pembe tonlarında bir çeşit daha var. Küçük defterler de mevcut ve baktığım bir kaçı kareli olduğu için ya da satır genişlikleri dar olduğu için bıraktım. Favorim olan bu sticker not kağıdı 30 lira olsa da altın sarılı detaylarına aslında her şeyine bayıldım. Peki ya bantlar? Onlara da bayıldım, özellikle mint yeşili üzerine yıldızlı olan. Yedeklemeyi düşünüyorum çünkü uzunlukları az gibi ve fiyatı set olarak 13 lira. Damga seti mürekkebiyle birlikte satılıyor ve diğer setteki mürekkep rengi mint yeşilinden koyuydu ama çok beğenmeme rağmen almadım çünkü setin içindeki damgaları pek beğenmedim. Fiyatı 23 lira ve biraz pahalı olsa da sağ taraftaki üçlü için değil de diğerleri için beğenerek aldım. Son olarak da pandalı sevimli bir telefon kabıyla ayrıldım. 


   
  Hallmark'ın kart tasarımlarını çok seviyorum ve ben bakmaktan kendimi alamıyorumdum. Geçmiş zamanlı konuşuyorum çünkü Amerika'da bulunduğum süre boyunca hiç görmediğim çeşit çeşit, reyon reyon kartlardan başım dönüyordu. Sıkıldığım zamanlarda markete gidip kartlara bakıp incelerdim. (Çok ciddiyim) İçlerinde müzikli kartlar mı, kıyafetliler mi, üç boyutlular mı aklınıza ne gelirse. Yani olayı sadece kağıtta bırakmıyorlar. Hatta şu alışverişimde o çeşitlerin minik kısımlarını görebilirsiniz. 

   Yukarıdaki kartları D&R'da gördüğümde Hallmark olduğunu anlamıştım ve özellikle yıldızlı olanı bayıla bayıla aldım. Zarfı da bu şekilde renkli renkli. Doğum günü pastalı ise Türkiye'de basılmış ve içinde Türkçe yazılı olanı. Bunu da renklerinden dolayı çok sevdim. Fiyatları 10 lira gibi bir şeydi.


   Birkaç günlüğüne İstanbul'a gitmiştim ve güya ne kırtasiyelere uğrayacaktım olmadı. İstiklal Caddesi'nde Panter Kırtasiye'ye uğradım ama beklentilerimi karşılayacak bir şey bulamadım. Tesadüfen Çengelköy'de Babil Mekan'a rastlayınca içeri daldım ve gökkuşağı rengindeki ince bant seti ve mini post-it leri aldım. Fiyatları ise uygun sayılır: 13'e 5 gibi. Dolmabahçe Sarayı'nı gezerken hediyelik mağazasında müzeleri gezdikçe topladığım gerçek deri parşömen defteri aldım. Kalemler ise okulun kırtasiyesinden. Faber'in brush kalemleri beklediğimden çok çok iyi çıktı. Asıl şaşırtıcı olan ise Bic markasının gümüş kalemi çünkü anında rengini veren Sharpie'den daha kolay yazımı olup ve daha ucuz olması harika değil mi! 

28 Ekim 2016

[Blog Tur] Kazananın Laneti - Marie Rutkoski | Ön Okuma


Ya aşkı kazanmak onurunu kaybetmek anlamına geliyorsa?

Kitap: Kazananın Laneti / The Winner's Curse (The Winner's Triology #1)
Yazar: Marie Rutkoski
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Tür: High Fantasy, Genç Yetişkin, Romantizm
Sayfa Sayısı: 363


İstediğin şeyi kazanmak, sevdiğin her şeye mal olabilir.

On yedi yaşındaki Kestrel, bir generalin kızı olarak savurgan ve ayrıcalıklı hayatının tadını çıkarmaktadır. Arin'in ise sırtındaki giysilerinden başka bir şeyi yoktur.



Kestrel, Arin'i kendisine bağlayan fevri bir karar alır ve bununla savaşmaya çalışsalar da birbirlerine âşık olmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Ancak genç âşıkların dünyasında, isyan, düellolar, ahlaksız söylentiler, kirli sırlar ve her şeyin tehlikede olduğu oyunlar hüküm sürmektedir. Birlikte olabilmek için halklarına; ülkelerine sadık kalmak için ise birbirlerine ihanet etmelidirler.


  İki yıl önce bu zamanlarda yurtdışında geçici bir süre kalırken bulunduğum bölgedeki kütüphaneye uğrayıp okuyacak bir kitap arıyordum ve bu kitap karşıma çıktı. The Codex'in bu kitabı çok sevdiğini biliyordum o yüzden kitabı okumak isteyip kütüphaneden ödünç aldım. İlk birkaç bölümü okuyup yoğunluğumdan dolayı okuyasım gelmediği için kitabı bitiremeden geri vermiştim. Böylece kitap ile tanışma hikayesi de bitmiş oldu. 

  Gerçek şu ki kitabı okumayı düşünüyordum ama çok da heves etmemiştim çünkü hem tanışmamız yarım kaldı hem de genç yetişkin okumaktan soğudum. Soğumamın nedeni ise yazarların üslubundan kaynaklı diyebilirim. Kazananın Laneti ise beni bu noktada şaşırttı çünkü yazım dili beklediğimden çok iyi ve beni yaşanan olaylardan soğutacak kadar aşk durumu abartılmamış ki bana göre dozunda bırakılmış. 

  Kitabın konusunu da sevdim ve bunun sebebi yazarın notunda bahsettiği gibi müzayedelerdeki ''Kazananın Laneti'' fikrinden yola çıkıp bunu kendi dünyasıyla birleştirmesi. Sonucunda da kurgusu iyi, karakterleri düzgün, üslup da tam kararında olunca okuması keyifli ve serinin devamını bekleten bir kitap ortaya çıkmış. 

  Kitaptaki konuya değinmek istemiyorum çünkü aşağıya ön okumasını ve biraz da fotoğraf ekliyorum. Keyifli okumalar ^-^






3 Ekim 2016

Okunanlar | İzlenenler Eylül '16


Raffi Portakal Portakal'ın Yüzyılı - Enis Batur
Doğan Kitap

   Bu kitabı paylaştığım her ortamda övüyorum ve bu kitabı sevebileceklere de gözüm kapalı öneririm. Portakal Sanat ve Kültür Evi kuruluşunun 100. yılı için dört kitap ile kutlama yapıyor ve kutlamak için ne kadar muhteşem bir yol. Bu serinin diğer üçü Duveen Antikacıların Pîri-S.N. Behrman, Vollard Bir Tablo Satıcısının Anıları-Ambroise Vollard ve son olarak Osman Hamdi Bey İzlenimler 1869-1885 - Edhem Eldem. 

   Bu kitapların hepsi sanat ile bağlantılı kitaplar bu yüzden özel ilginiz yoksa sizi istediğiniz gibi çekemeyecektir. bu kitapta Enis Batur ve Raffi Portakal'ın uzun bir söyleyişisinde konular anlatıldıkça anlatıyor ve her yeni bir sayfa yeni bilgilerin araştırmasıyla daha da sayfa ekliyor. Böylece bitmeyen notlar, araştırmak ve öğrenmek için yeni bilgiler beni daha da mutlu ediyor. En başlarda Portakal Sanat nasıl başladı ve onun tarihsel sürecini anlatılırken beraberinde getirdiği anılar da söyleyişiye ayrı bir güzellik katıyor. 

   Devamında ise koleksiyonculuk, antika eserler ve değerleri hakkında bilgiler derinleşiyor. İstanbul'daki müzayedeler, yeni kazanılan eserler, kişilerin koleksiyonlarına yeni eklenen eserler, yalılar, özel müzeler (özellikle Sakıp Sabancı Müzesi) ve daha da fazla bilgi ile ilerliyor. Bir yandan bakacak olursak İstanbul'daki sanat hayatının gelişimini de sunuyor. Sonuç olarak bu konularla ilgili meraknız varsa başlangıç olarak yardımcı olabilecek şahane bir kitap. 
   


Boğulmamak İçin - George Orwell
Can Yayınları

   Sayfa sayısı normalde okuduklarıma göre az olmasına rağmen bir süre elimde süründü gibi oldu. Bir noktadan sonra kitap benim için bağlayıcı oldu ve o noktadan itibaren kitabı daha çok severek bitirebildim. Benim için okuduğum ilk Orwell kitabı oldu ve daha erken dönem eserlerinden birini okumaya başlamamla o en bilinen kitaplarının üslubundan önce bir tanışma kitabı oldu diyebilirim. 

   George Bowling çocukluğunda balık tutmaya ne kadar meraklıysa bir süre sonra o tutkusunu kaybediyor. Evliliği de istediği noktada değildir. Yılların değişimiyle kendisi, çevresi değişmiştir ama bunu fark etmesi geriye gitmesiyle ortaya çıkacaktır. 


  Eylül ayında daha fazla okuduğumu düşünüyordum ama hâlâ devam ettiğim ve araştırmalarım için başka kitaplara da daldığım için sonuç az gibi görünse de ilk kitabı bitirmemi de tek kitap olarak bir yönden saymıyorum :)


   Ortalık Stranger Things ile çalkanıyorken Eylül'ün başında 3 günde tüm sezonu bitirmem ile diziye ne kadar sardığını anlatabildiğimi düşünüyorum. Seksenleri her anlamda yaşatmasıyla gerek jenerik, oyuncular, gerekse yazı tasarımı ve konusuyla Netflix süper bir iş başarmış. Dürüst olmak gerekirse ilk bölümde bu dizinin nesi bu kadar çekiyor ve hiç de tahmin ettiğim gibi korkunç değildi ama sözlerimi tamamiyle yuttum. Dizinin ortalarından itibaren diziyi gece izleyemiyordum mutlaka gündüz olsun diye bekliyordum çünkü korkmayı ve bir süre paronayakmış gibi dolaşmak istemiyordum. Korku dolu olsa da dizinin başarısı ortada. 



   Geçen yılın bitirdiğim diziler yazısında şimdilik bloguna devam etmeyen Rekürsif Düşünce bana sevebileceğim tür de diziler önermişti ve onlardan birisi Pushing Daisies. 2 sezonluk bir dizi ama Google'a bakınca dizi bittiğinden beri (2009) film ya da başka bir şey söylentileri dolaşıp durmuş. Rekürsif Düşünce yazmasaydı daha önceden hiç duymadığım bir diziydi ama bütün sevdiğim ögelerin toplandığı bir dizi olmuş.

   Başrol oyuncularından Ned, küçük yaşta ölülere dokunduğunda onları tekrar hayata getiriyor ve tekrar dokunduğunda ise tekrar hiç canlanmayacak üzere ölüyorlar. Eh, bu geri getirme işinde de belli kurallar da var. Ned'in bu özelliğini keşfeden dedektif Emerson, Ned'i ortağı yapar ve Ned'in ölüleri uyandırıp cevapları bulmasıyla ya da daha fazla ipucu yakalamasıyla dedektiflik işindeki sorunların çözümüne kavuşur. Bunun haricinde Ned, kendi halinde turta yapıp satan bir insandı ama Emerson ile gittiği bir cenaze töreninde ömrü boyunca unutamadığı 'bir şeyi' görmesiyle hayatında çiçekler açacaktır.

   Dizi masal edasında ilerliyor ve her bölümün başında bir anlatıcı bu masalı sunuyor. Hem fantastik, hem her bölümü ayrı bir heyecan ve olaylarla ilerleyen ve biraz da komedi tarzında çok beğendiğim bir dizi oldu. Başrol'de oynayan Anna Friel'in Netflix yapımı Marcella adlı dizisinde de başrolde, bu nedenle ona da başlamayı düşünüyorum her ne kadar farklı bir türde de olsa.


   Bir gün çok hamaratım ve bayram öncesi uzun süren yaprak sarma döneminde izlediğim bir filmdi. İzlememin büyük nedenlerinden biri elimde iş varken yanında eşlik edecek bir film aramam ve Catherine Zeta-Jones'un oynaması. Film için komedi demişler ama komedilik bir kısım hiç bulamadım. Romantik bir film için vermesi gerekeni veriyor ama başka bir ekstrası yoktu benim için.


   Film ararken buna denk geldim ve anında kendisine çekti çünkü: 1. İçinde biyografi var. 2. Opera var. 3. Meryl Streep var. 2016'ın ilk yarısı gösterime girmiş bu film gerçek bir hikayeye dayanıyor. Florence kötü bir sesi olmasına rağmen opera sanatçısı olmak istiyor ve oluyor. Hayalini kurudğu salonlar, gösteriler hepsi oluyor ama nasıl olduğu filmde. Hem komik hem de bir yandan iç yakan bir film hatta bazı sahneleri atlamak bile isteyebilirsiniz o güzel sesin karşısında ama kişinin hayallerinin gerçekleştirmeye çalışması yanındakiler için bile ne kadar zorlukla ilerliyor.  

   Bir de bu filmin aynı konuyu ele alan 2015 yapımı Paris'te geçen Marguerite isimli film var. Fragmanına baktığımda değişen pek bir şey yok aslında. Okuduğum bir yazıda bu yapımın daha kompleks olduğu ve Florence'in bunun daha sadeleştirmiş ve yüksek bütçeli (oyuncular da dahil) bir film olduğunu söylüyor. İkisinin hemen hemen art arda çıkmasına ise entresan diyip geçiyorum. 


   
   Leylekler çok keyifli bir animasyondu ve bebeklerin tatlılığı filmi ele geçirmişti. Leyleklerin bebek teslimatı yaşanan bir olay nedeniyle artık yapılmamaktadır ve leylekler kargo gibi teslimat yapıyorlardı ki bir olay gerçekleşene kadar. Günümüzde yaşanan anne babanın bebek problemlerini de çok komik bir şekilde ele almışlar ve filmde hiç sıkılmadım çünkü aksiyonu da bir yandan hiç hız kesmiyor. Aşırı sevimlilik içerdiği için bu kadarı fazla olur görmek istemem diyenler için uygun bir tercih değil.



   Blue Jasmine'i izleyene kadar içim rahat etmedi çünkü sebepsiz yere meraklanıyordum. Fazla merak iyi gelmedi sanırım çünkü filmden beklediğim tadı alamadım. Midnight in Paris filminin havasını bekliyordum ama pek öyle olmayınca benim için ortalama bir film oldu ama Cate'in oyunculuğunu es geçmeden.