3 Şubat 2017

Okunanlar | İzlenenler Ocak '17


Yeni bir yıl, yeni yeni, bol okumalı hedefler koyarkan daha ilk aydan çuvallamam ne kadar da güzel oldu. Bunun suçlusu örgü örmek! Biraz tatilde stresimi atmak için örgüye başladım ama ne başlayış! Önünü alamadım. Hal böyle olunca kitaplardan çok filmlere kaydım ve yarım yarım kitaplar bıraktım. Mesela Selma Lagerlöf'ten Mutluluğu Beklerken ve John Fowles'ten Büyücü yarım kaldı. Şubat'ta biterler mi hiç bilmiyorum. 

Bitirdiklerime gelince biraz hile yapmış bile olabilirim. Üstteki kitap, iki yıl önce 3 güncük New York ziyaretinde Barnes&Noble'ı karış karış incelerken indirimli reyonda bu güzel pop up kitabına denk geldim. Bir de o zaman Edgar Allan Poe'nun pop up kitabını da almıştım. Sherlock Holmes hikayelerinden ikisini illustrasyonlamışlar üstüne de pop up sayfalar eklemişler. Şahane de olmuş. Okuması en zevklilerden biri. 


İç sayfasından bir örnek ve bu sayfaya bayılıyorum. 


Günlerin Köpüğü - Boris Vian
E Yayınları

31 Ocak'ta başlayıp 1 Şubat'ta bitirdim ve Ocak ayında okuduklarıma koyarak biraz hile yapıyor olabilirim. Hazır taze bitirmişken de yazmak istedim. Instagram'da #2017de1001kitaptan17kitap etkinliği var ve ilk kitabı Büyücü idi. Onu hala bitiremediğim için araya sayfa sayısından dolayı bunu aldım. Kitap hakkında hiçbir fikrim yoktu ve ne beklemem gerektiğini bilmiyordum. Önsözü okudum ama hiçbir şey anlamadım. Kitaba başladım ve öyle bir başladı ki bir bölüm daha diye diye hemen bitti. Kitapta Duke Ellington'un müzikleri de geçiyordu ve sırası geldikçe onları da dinledim ve hep hayalimde karanlık, puslu bir ortamda geçen bir şeyler hayal ettim çünkü jazz bana o ortamı anımsatıyor. Neyse, üstüne filmini de izledim ve dedim ki kendi kendime sen bu kadar renkli filmi gittin hayalinde kapkara yaptın :) Kitap da çok güzel uyarlaması da. 


Ocak'ın başında Younger'ın 3.sezonunu izledim ve yine acayip bağlayıcı idi ama bazı sorunların hala bu sezonda çözülmemesi birazcık hayal kırıklığı idi. Gilmore Girls'ü izlerken başrol oyuncusu olan Sutton Foster'ı müzikal bir havada görünce çok şaşırmıştım. Meğer sesi ne kadar da güzelmiş ve Shrek'in müzikalinde oynamış. Bundan sonra kadına daha da farklı bir gözle bakacağım.


Aralık'ta tam bir Gilmore Girls fırtınası eserken Ocak ayında vedalaştım 7.sezonu beni hiç memnun etmedi. Neyse ki geri dönüş sezonu vardı. Yoksa buraya diziyi nasıl kötülerdim!


Hemen son sezondan sonra 4 bölümlük özel bölümlerini izleyince mutlu oldum. Kapıyı biraz açık bıraktılar gibi, umarım tekrardan gelirler. 


Son zamanlarda izlediğim en güzel film. 14 tane Oscar adaylığı var şuan. Okuduğum yorumlara baktım da kimi beğenmiyor kimi çok abartılı buluyor sevmiyor ama ben bayılanlardanım. Müzikleri mükemmel. City of Stars dilimden düşmüyor. Filmde en sevdiğim kısım filmin hayal gerçek arasında ince çizgide yürümesi. Her şey çok yerli yerinde ve bana göre şurası da çok sıkıcı olmuş dedirten hiçbir yer yok. Dans sahnesinde bir görüntü var ki bayıldım. Meraktayım hangi Oscar adaylıklarını kazanacak?


Belki mükemmel bir film değil ama izlediğinde ve bittikten sonra bu film gibi güzel ve mutlu eden filmleri çok seviyorum. Günümüz teknolojilerinin kullanıldığı bir şirkette, eski deneyimleriyle gelen orta yaşlı bireylerin bu şirkette stajyerlik halleri pek güzeldi. Durağan olmayan, olayları güzelce bağlayan güzel bir film.


Benim bazı huylarım var. Örneğin; çok popüler olan şeylerden dönem dönem uzaklaşırım. Bu film ilk çıktığında o kadar çok söz ediliyor ki soğudum resmen filmden. Daha ilk kez bu ay izledim ve bayıldım, çok güzelmiş. En sevdiğim tarzda bir film. Sinemada izlemediğim için şimdi üzülsem de belki de şimdi daha da keyif almış oldum. 


Nasıl bayıldım bu animasyona anlatamam. Hikayesi, görselliği, karakterleri, uzak doğu esintileri her şeyi mükemmel. Filmi izledikten sonra, yazın sinemadaydı ve neden gitmedim diye üzüldüm açıkçası. 


Yine bayıldığım dizilerden bir tanesi. Klasik müzikle, sanatçıların ruh hallerini izlemek o kadar keyifli ki. Bu sezon Monica Bellucci ile çok farklı bir giriş yaptı. Sezonun sonlarına doğru hala önceki sezon gibi bir yerde bitince birazcık hayal kırıklığı oldu ama her zaman çok güzel.


İzlemeyi reddettiklerimden bir tanesi daha ama ben dönem filmi olduğunu bilseydim çok önceden izlerdim. :(


Azıcık daha Rachel McAdams izleyim dediğimde bu filmini buldum. Çok güzelmiş. Zaman yolculuğu yapan bir adam ve aslında kızın küçüklüğünden beri onunla zaman zaman görüşmüş. Çok çok romantiklik akan bir film diye düşündürüyor ama yerli yerinde ve çok çok meraklandırıcı bir film.


Bir Woody Allen filmi olduğu için Barselona sokaklarını çok güzel sımsıcak yansıtıyor ama filmdeki karman çorman ilişkiler nedeniyle pek sevmedim.


Bu kadar filmlerin arasından Kitap Ağacı tiyatro etkinlikleri ile bir tiyatroya katıldım. Nasıl harika yansıtmışlar anlatamam. Hüngür hüngür ağlayacaktım ama tutunca daha da kötü oldum. Mükemmeldi.


İlk sezonunu bitirdim ve başlangıç olarak güzel gitti. Maceralı, yeni yeni bilgiler falan ama çok üst üste izleyemedim, sıkıldım. Şimdi ikinci sezondayım ama pek izleyesim gelmiyor. O yüzden kenarda duruyor.


Netflix'in başarılı dizilerinden. Queen Elizabeth II'nin taç giymesiyle başlayan yılları kapsıyor. İlk bölümü atlatınca o kadar güzel ilerliyor ki. Oyuncların gerçek kişilere benzemeleri, oyunculuklar, kostümler çok güzel. Merakla diğer sezonunu bekliyorum.


Alessandro Baricco'nun kaleme aldığı Bindokuzyüz kitabının filme uyarlanması. Kitap 62 sayfa civarında ama film 3 saate yakın ve şahane. Hiç karaya ayak basmamış ve gemide terk edilen bir bebeğin öyküsüyle başlayıp bir piyanistin efsaneye dönüşme süreci. Tekrar film izlemeyi pek sevmem ama bunu ileride tekrar izlemeyi istiyorum. 



Nasıl tatlı bir animasyon. Robotların aşkı bile sanki gerçek gibi yansıtılmış.


Boston Globe gazetecilerinin kiliselerin taciz olaylarını araştırmaya yönelmesiyle gerçek olaylardan filme aktarılmış hali. Birkaç noktada boşluklarım var ama aktarım başarılı her ne kadar olay çirkin olsa da. 


Yapı Kredi Yayınlarından Kazuo Ishiguro'nun romanı olan Beni Asla Bırakma'dan sinemaya uyarlanmış. Bana göre başarılı bir uyarlama idi. Elbette, kitaptan biraz eksik kısımları var ama okurken gözümün önüne gelenlerle benzerliği fazlaca. Keira Knightley'i bu filmde görmek biraz şaşırtıcı geldi bana ama bütün oyuncular çok iyiydi. Başrol erkek tam istediğim gibi değildi ama olsun. Kitabını önce okuyup izlemenizi tavsiye ederim. 



Çok bilindik bir konusu var ama filmin havasını beğendim çünkü 1960'larda Londra'da geçiyor. Liseli bir genç kız yaşından çokça büyük bir erkekle gönül bağları kurarlar kimse onaylamasa bile. Daha sonra paranın da getirisiyle baş dönmesi yaşanır. Sonu tahmin edilmeyecek gibi değil ama bir yağmurlu veya kapalı öğleden sonrası için bu film açılıp keyifle izlenebilir.


Imdb'de romantik film kategorisinde bu filmin 8 üzeri not aldığını ve 1995 yapımı olduğunu görünce merak ettim. Film, Avrupa yollarındaki trende birbirini tanımayan iki insanın sohbetiyle başlıyor ve planlarında yokken Viyana'da inerek gezmeye başlıyorlar. Yeni birisini tanımanın heyecanı, arzusu, farklı bir şekilde bir gün geçirmenin keyfini çok güzel bir şekilde yansıtmış. 


Bu filmin üzerine 9 yıl sonra ikinci film.


Tekrar 9 yıl sonra üçüncü film. Seri olarak başarılı çünkü başta 9 yıl arayla 3 film ve aynı şekilde ilerleyen oyunculuk seriyi güzel kılıyor ama doğal olarak filmler ilerdikçe ilişkiler gibi bir düşüş gösteriyor. İkinci filmde bana bir şeyler eksik geldi ama üçüncü filmde yapmacık hissi aldım sanki bazı şeyler çok zorlama gibiydi. Genel olarak filmler, çiftin yanlarında bir günlerine tanıklık etmek gibi ilerliyor. Bu normalde beni sıkardı ama üçüncü filme kadar güzel geldi. Bir 9 yıl sonra bir daha film gelmez umarım :)


Konusuna göz atınca biraz önyargılıydım çünkü uzaylılar dünyaya geliyor iletişime geçilmeye çalışılıyor gibi basite indirilmiş bir açıklamaydı. Bu yüzden, bu filme biraz önyargılıydım ve sinemada izlemek istemedim. Yne önyargı kurbanı olarak filmi beğendim :) biraz eksik kısımları olsa da iletişimin temelleri farklı dillerle bağlantı kurulumunu izlemek harikaydı.


Yine bir önyargılı olduğum filmdi. Arrival'ından biraz daha sevdim. Yine benim için boşlukluydu ama güzeldi. Hatta bazen yüreğim ağzıma geldi :)


Şu filmi sinema salonlarında bulabilmek ne kadar zor ama uğraşmaya değermiş film harika idi. Oscar Natalie Portman'a gitsin bu nasıl bir oyunculuktu. Daha sonra Jacqueline Kennedy'nin kendi sesinden mimiklerinden videosuna denk geldim ve bir kere daha Natalie'ye bayıldım çünkü her şey ile birebirdi. Film sanki yavaş ilerliyor gibiydi ama geçişleri çok güzeldi. En büyük problemim müzikti beni çok çok rahatsız etti. Onun dışında kostümler de harikaydı. Çok beğendim.


İlk sezonunu bayılarak izlemiştim ama gittikçe beğenmemeye başladım. Zaten ilk sezondan sonra iki yıl falan ara verip zorlayarak ikinci ve üçüncü sezonu izledim. Bu dizi de en beğendiğim şey müzikler ki mükemmel ve görsel efektleri. bu efektler azalmaya başlayınca biraz üzüldüm. Daha sonra Da Vinci'nin Osmanlılarla savaşını konu almaya başladılar bu noktada oynayan oyuncuları hiç beğenmedim. Oyuncular güya Türkçe konuşuyormuş; anlayabilmek için altyazıya bakıyordum. Bir de gösterdikleri şekil hoşuma gitmeyince soğudum ama tek başına bile ilk sezonu harika.


Oscar adayı diye izledim ama hiç memnun olmadım. Oyunculuklar güzel olabilir ama film sanki f*** sözcüğü üzerine kurulmuş. Her üzülen bu kadar kullansa kim bilir ne olacak. Ayrıca, konusu da çok farklı değildi, bilindik şeyler gibi ama beni yine de kendisine hiiiç bağlayamadı.  Oscar da alırsa bilemiyorum.


Ocak ayını daha önce izlemediğim bu kült film ile kapadım. Güzel de oldu.

20 film, 7 dizi ve 1 tiyatro ile tüm ayı kapadım. Hayatımda hiç bu kadar üst üste izlememiştim. Örgü örmeseydim de izleyebileceğimi zannetmiyorum. Diğer aylarda normal düzenime dönmeyi temenni ederim. :)