28 Ekim 2016

[Blog Tur] Kazananın Laneti - Marie Rutkoski | Ön Okuma


Ya aşkı kazanmak onurunu kaybetmek anlamına geliyorsa?

Kitap: Kazananın Laneti / The Winner's Curse (The Winner's Triology #1)
Yazar: Marie Rutkoski
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Tür: High Fantasy, Genç Yetişkin, Romantizm
Sayfa Sayısı: 363


İstediğin şeyi kazanmak, sevdiğin her şeye mal olabilir.

On yedi yaşındaki Kestrel, bir generalin kızı olarak savurgan ve ayrıcalıklı hayatının tadını çıkarmaktadır. Arin'in ise sırtındaki giysilerinden başka bir şeyi yoktur.



Kestrel, Arin'i kendisine bağlayan fevri bir karar alır ve bununla savaşmaya çalışsalar da birbirlerine âşık olmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Ancak genç âşıkların dünyasında, isyan, düellolar, ahlaksız söylentiler, kirli sırlar ve her şeyin tehlikede olduğu oyunlar hüküm sürmektedir. Birlikte olabilmek için halklarına; ülkelerine sadık kalmak için ise birbirlerine ihanet etmelidirler.


  İki yıl önce bu zamanlarda yurtdışında geçici bir süre kalırken bulunduğum bölgedeki kütüphaneye uğrayıp okuyacak bir kitap arıyordum ve bu kitap karşıma çıktı. The Codex'in bu kitabı çok sevdiğini biliyordum o yüzden kitabı okumak isteyip kütüphaneden ödünç aldım. İlk birkaç bölümü okuyup yoğunluğumdan dolayı okuyasım gelmediği için kitabı bitiremeden geri vermiştim. Böylece kitap ile tanışma hikayesi de bitmiş oldu. 

  Gerçek şu ki kitabı okumayı düşünüyordum ama çok da heves etmemiştim çünkü hem tanışmamız yarım kaldı hem de genç yetişkin okumaktan soğudum. Soğumamın nedeni ise yazarların üslubundan kaynaklı diyebilirim. Kazananın Laneti ise beni bu noktada şaşırttı çünkü yazım dili beklediğimden çok iyi ve beni yaşanan olaylardan soğutacak kadar aşk durumu abartılmamış ki bana göre dozunda bırakılmış. 

  Kitabın konusunu da sevdim ve bunun sebebi yazarın notunda bahsettiği gibi müzayedelerdeki ''Kazananın Laneti'' fikrinden yola çıkıp bunu kendi dünyasıyla birleştirmesi. Sonucunda da kurgusu iyi, karakterleri düzgün, üslup da tam kararında olunca okuması keyifli ve serinin devamını bekleten bir kitap ortaya çıkmış. 

  Kitaptaki konuya değinmek istemiyorum çünkü aşağıya ön okumasını ve biraz da fotoğraf ekliyorum. Keyifli okumalar ^-^






3 Ekim 2016

Okunanlar | İzlenenler Eylül '16


Raffi Portakal Portakal'ın Yüzyılı - Enis Batur
Doğan Kitap

   Bu kitabı paylaştığım her ortamda övüyorum ve bu kitabı sevebileceklere de gözüm kapalı öneririm. Portakal Sanat ve Kültür Evi kuruluşunun 100. yılı için dört kitap ile kutlama yapıyor ve kutlamak için ne kadar muhteşem bir yol. Bu serinin diğer üçü Duveen Antikacıların Pîri-S.N. Behrman, Vollard Bir Tablo Satıcısının Anıları-Ambroise Vollard ve son olarak Osman Hamdi Bey İzlenimler 1869-1885 - Edhem Eldem. 

   Bu kitapların hepsi sanat ile bağlantılı kitaplar bu yüzden özel ilginiz yoksa sizi istediğiniz gibi çekemeyecektir. bu kitapta Enis Batur ve Raffi Portakal'ın uzun bir söyleyişisinde konular anlatıldıkça anlatıyor ve her yeni bir sayfa yeni bilgilerin araştırmasıyla daha da sayfa ekliyor. Böylece bitmeyen notlar, araştırmak ve öğrenmek için yeni bilgiler beni daha da mutlu ediyor. En başlarda Portakal Sanat nasıl başladı ve onun tarihsel sürecini anlatılırken beraberinde getirdiği anılar da söyleyişiye ayrı bir güzellik katıyor. 

   Devamında ise koleksiyonculuk, antika eserler ve değerleri hakkında bilgiler derinleşiyor. İstanbul'daki müzayedeler, yeni kazanılan eserler, kişilerin koleksiyonlarına yeni eklenen eserler, yalılar, özel müzeler (özellikle Sakıp Sabancı Müzesi) ve daha da fazla bilgi ile ilerliyor. Bir yandan bakacak olursak İstanbul'daki sanat hayatının gelişimini de sunuyor. Sonuç olarak bu konularla ilgili meraknız varsa başlangıç olarak yardımcı olabilecek şahane bir kitap. 
   


Boğulmamak İçin - George Orwell
Can Yayınları

   Sayfa sayısı normalde okuduklarıma göre az olmasına rağmen bir süre elimde süründü gibi oldu. Bir noktadan sonra kitap benim için bağlayıcı oldu ve o noktadan itibaren kitabı daha çok severek bitirebildim. Benim için okuduğum ilk Orwell kitabı oldu ve daha erken dönem eserlerinden birini okumaya başlamamla o en bilinen kitaplarının üslubundan önce bir tanışma kitabı oldu diyebilirim. 

   George Bowling çocukluğunda balık tutmaya ne kadar meraklıysa bir süre sonra o tutkusunu kaybediyor. Evliliği de istediği noktada değildir. Yılların değişimiyle kendisi, çevresi değişmiştir ama bunu fark etmesi geriye gitmesiyle ortaya çıkacaktır. 


  Eylül ayında daha fazla okuduğumu düşünüyordum ama hâlâ devam ettiğim ve araştırmalarım için başka kitaplara da daldığım için sonuç az gibi görünse de ilk kitabı bitirmemi de tek kitap olarak bir yönden saymıyorum :)


   Ortalık Stranger Things ile çalkanıyorken Eylül'ün başında 3 günde tüm sezonu bitirmem ile diziye ne kadar sardığını anlatabildiğimi düşünüyorum. Seksenleri her anlamda yaşatmasıyla gerek jenerik, oyuncular, gerekse yazı tasarımı ve konusuyla Netflix süper bir iş başarmış. Dürüst olmak gerekirse ilk bölümde bu dizinin nesi bu kadar çekiyor ve hiç de tahmin ettiğim gibi korkunç değildi ama sözlerimi tamamiyle yuttum. Dizinin ortalarından itibaren diziyi gece izleyemiyordum mutlaka gündüz olsun diye bekliyordum çünkü korkmayı ve bir süre paronayakmış gibi dolaşmak istemiyordum. Korku dolu olsa da dizinin başarısı ortada. 



   Geçen yılın bitirdiğim diziler yazısında şimdilik bloguna devam etmeyen Rekürsif Düşünce bana sevebileceğim tür de diziler önermişti ve onlardan birisi Pushing Daisies. 2 sezonluk bir dizi ama Google'a bakınca dizi bittiğinden beri (2009) film ya da başka bir şey söylentileri dolaşıp durmuş. Rekürsif Düşünce yazmasaydı daha önceden hiç duymadığım bir diziydi ama bütün sevdiğim ögelerin toplandığı bir dizi olmuş.

   Başrol oyuncularından Ned, küçük yaşta ölülere dokunduğunda onları tekrar hayata getiriyor ve tekrar dokunduğunda ise tekrar hiç canlanmayacak üzere ölüyorlar. Eh, bu geri getirme işinde de belli kurallar da var. Ned'in bu özelliğini keşfeden dedektif Emerson, Ned'i ortağı yapar ve Ned'in ölüleri uyandırıp cevapları bulmasıyla ya da daha fazla ipucu yakalamasıyla dedektiflik işindeki sorunların çözümüne kavuşur. Bunun haricinde Ned, kendi halinde turta yapıp satan bir insandı ama Emerson ile gittiği bir cenaze töreninde ömrü boyunca unutamadığı 'bir şeyi' görmesiyle hayatında çiçekler açacaktır.

   Dizi masal edasında ilerliyor ve her bölümün başında bir anlatıcı bu masalı sunuyor. Hem fantastik, hem her bölümü ayrı bir heyecan ve olaylarla ilerleyen ve biraz da komedi tarzında çok beğendiğim bir dizi oldu. Başrol'de oynayan Anna Friel'in Netflix yapımı Marcella adlı dizisinde de başrolde, bu nedenle ona da başlamayı düşünüyorum her ne kadar farklı bir türde de olsa.


   Bir gün çok hamaratım ve bayram öncesi uzun süren yaprak sarma döneminde izlediğim bir filmdi. İzlememin büyük nedenlerinden biri elimde iş varken yanında eşlik edecek bir film aramam ve Catherine Zeta-Jones'un oynaması. Film için komedi demişler ama komedilik bir kısım hiç bulamadım. Romantik bir film için vermesi gerekeni veriyor ama başka bir ekstrası yoktu benim için.


   Film ararken buna denk geldim ve anında kendisine çekti çünkü: 1. İçinde biyografi var. 2. Opera var. 3. Meryl Streep var. 2016'ın ilk yarısı gösterime girmiş bu film gerçek bir hikayeye dayanıyor. Florence kötü bir sesi olmasına rağmen opera sanatçısı olmak istiyor ve oluyor. Hayalini kurudğu salonlar, gösteriler hepsi oluyor ama nasıl olduğu filmde. Hem komik hem de bir yandan iç yakan bir film hatta bazı sahneleri atlamak bile isteyebilirsiniz o güzel sesin karşısında ama kişinin hayallerinin gerçekleştirmeye çalışması yanındakiler için bile ne kadar zorlukla ilerliyor.  

   Bir de bu filmin aynı konuyu ele alan 2015 yapımı Paris'te geçen Marguerite isimli film var. Fragmanına baktığımda değişen pek bir şey yok aslında. Okuduğum bir yazıda bu yapımın daha kompleks olduğu ve Florence'in bunun daha sadeleştirmiş ve yüksek bütçeli (oyuncular da dahil) bir film olduğunu söylüyor. İkisinin hemen hemen art arda çıkmasına ise entresan diyip geçiyorum. 


   
   Leylekler çok keyifli bir animasyondu ve bebeklerin tatlılığı filmi ele geçirmişti. Leyleklerin bebek teslimatı yaşanan bir olay nedeniyle artık yapılmamaktadır ve leylekler kargo gibi teslimat yapıyorlardı ki bir olay gerçekleşene kadar. Günümüzde yaşanan anne babanın bebek problemlerini de çok komik bir şekilde ele almışlar ve filmde hiç sıkılmadım çünkü aksiyonu da bir yandan hiç hız kesmiyor. Aşırı sevimlilik içerdiği için bu kadarı fazla olur görmek istemem diyenler için uygun bir tercih değil.



   Blue Jasmine'i izleyene kadar içim rahat etmedi çünkü sebepsiz yere meraklanıyordum. Fazla merak iyi gelmedi sanırım çünkü filmden beklediğim tadı alamadım. Midnight in Paris filminin havasını bekliyordum ama pek öyle olmayınca benim için ortalama bir film oldu ama Cate'in oyunculuğunu es geçmeden.