Mayıs'ın yarısında beni en çok yoran durumu atlatınca kendimi o özgürlükle kitaplara verdim. Okuldan mezun olmadan son bir kez kitapları ödünç aldım. Alanımla ilgili bunları incelemek o kadar keyifli ki ama en keyiflisi 1950'lerdeki reklamları incelemek oldu. Bu kitap hep elimde olsun istiyorum bir de 60'lar ve 70'ler için olanları. Bunların baskısı olmadığı için Amazon'daki satıcıların sattıklarını almak istediğimde iki kitap için bile kur farkında şimdilik verebileceğim bir fiyat olmadığı için askıya aldım.
Goodreads'te @bibliograf'ın Matmazel Christina ile ilgili yorumunu görünce çok merak edip listeme almıştım. Hikaye Rumen folklorunun, gizemin, fantastik ve korku ögelerinin harmanıyla oluşmuş. Okurken kendimi o ürpertici kır evinde bulup kitapta geçen menekşe kokusuyla odaları dolaşıp karakterlerle birlikte korkuya geçtim. Kısaca duyusal olarak hemen hemen her hissi verdiği için kurguya ortak olmak daha da kolaylaşıyor. Arka kapağındaki bu cümle ise kitabı okutmaya yetiyor: ''Rüyaların, aynı anda birçok kişi tarafından, insanın göremediği ama yakınında hissettiği birçok kişi tarafından görülmesi mümkün mü?''
Bundan sonra ise Anayurt Oteli'ni okudum. Biraz içimi karartsa da hiç aklımda yokken bir yerde beklerken elimdeki Matmazel Christina bitince bunu hemen alıp başlamıştım. Bu kadar karatıcı olduğunu bilmiyordum bilseydim daha sonra okumayı tercih ederdim ama hiç değilse okumama eksikliğini tamamladım.
Mayıs ayının en harika anlarından biri ise 39 Basamak'ı izlemek oldu. Oyuncular zaten mükemmel ve onları canlı izleme isteiğinin yanı sıra fotoğraflarda kostümler ve sahne tasarımı ki çok güzel görünüyordu. Bu yüzden ekstra bir merakla izledim ve mükemmeldi o kadar bayıldım ki anlatamam.
Moana hakkında diyebilecek bir şeyim yok o kadar güzeldi. Sahneler, renkler adeta bir şölen ve hikayesi içinde bize anlatılanları da içerdiği için bunların da uyarlamasını görmek daha da güzel yapmış.
İzlemeye başlamadan önce bu kadar keyif alacağımı düşünmüyordum ama bayıldım, çok keyifliydi. Doris, annesiyle yaşayıp ona bakmak için hiç evlenemeyen bir kadın. Bir gün şirkete gelir ve asansörde birisiyle genç ve karizmatik biriyle (New Girl'deki Schmidt) kısa bir sohbet eder, üstüne çantasındaki kurşunkalemi (ç)alar çünkü eşyaları biriktirme huyu vardır ve aklından türlü türlü şeyler geçer. Ofisine geçtiğinde bakar ki o kişi ofiste yeni işe başlayacak olan sanat yönetmenidir. Daha sonra o gence ulaşabilmek için sahte bir Facebook hesabı açar, tesadüfen ordaymış gibi o gencin en sevdiği elektronik bir grubun konserinde karşılaşır. Böylece ona hep yakın olmaya çalışır ve böylece devam eder. Çook eğlenceli ve güzeldi.
Karayip Korsanları için sinemaya giderim diye düşününce bölük pörçük bildiğim filmleri baştan izleyeyim dedim. Bu yüzden bunu izledim ama istediğim kadar tat alamayınca diğerlerini izleyesim gelmedi. Belki ara ara bakarım artık.
Kadro çok güzel ama benim için izlediğim en gereksiz filmlerden oldu hiç beğenemedim.
Opera sahnesinde Bach Alaturka-Danzon balesi vardı. Danzon benim hayatımın müziği diyebilerim bunun için kaçırmak istemedim. Her zaman hoparlörle duyduğum notaları baleyle birlikte duymak tüylerimi diken diken etti. Görsellik, dans ve Danzon'daki o geçişlerle o kadar uyumluydu ki bayıldım. Bach'ın Alaturka esintileri baleyle o kadar güzeldi ki sadece arkada verilen görselliği çok beğenemedim ve Danzon'da öyle olursa diye korkmuştum ama Danzon kısmı mükemmel olmuş.
Bu ay sanki korku temalı bir ay oldu ve merak ettiğim Pan'ın Labirenti'ni izledim. Posterin güzelliği filmi anlatıyor. Savaş döneminde küçük bir kızın keşfettikleriyle film ilerliyor ama başındaki zalim üvey baba yüzünden çok üzülüp çok gerildim. Film muhteşemdi.
The collection Amazon'da ilk yayınlanmaya başladığında çok ilgimi çekmişti ama daha sonra izleyecek yer bulamayınca unutmuşum. Yakınlarda gezinirken eklendiğini fark ettiğimde ise hiç vakit kaybetmeden izlemeye başladım. Paul Sabine adlı tasarımcı Fransa'da savaş döneminden hemen sonra Paris'i modanın merkezi yapması için görev alır. Kendisi terzi olmasına rağmen tasarımları bir tasarımcı kadar iyi değil ve bu yüzden kardeşinin (Tom Riley, Da Vinci's Demons'tan) tasarımlarını kullanır. Arkaplanında ise cinayetler ve politik sorunlar var. Bu yüzden bir yandan elbiselerin oluşum sürecini izlerken bir yandan da gerilerek bölümler ilerliyor. Sezon 8 bölüm ve her biri bir saat olunca merakımdan 1 günde bitirebildim diyebilirim.
Mayıs ayının diğer güzelliği ise Bir Delinin Hatıra Defteri. Gidemeyeceğim diye çok üzülüyordum ama günü denk çok mutlu oldum. Şansıma girdiğimde ikinci sırada ama ama adeta en önde izlermişcesine bir yer bulunca Erdal Beşikçioğlu'nu yakından izleyebilmek sanki bir an gerçek bir yerde değilim gibi hissettim. İrfan Demirbaş sahnesinde koltuksuz sıralama olduğu için iyi bir yer bulabilmek için oyundan bir saat önce gelip sırada bekleme sorunu var sadece ama değiyor.
Son zamanların efsane dizisi olabilir. Biyografik olan dizi 1960'ların filmi olan What Ever Happened to Baby Jane? film setinde neler olduğuna dair başlıyor. İki başrol oyunca Joan ve Bette birbirlerinden hiç haz etmezler ve resmen kan davalılardır ama popüler kalmak, şöhretlerinden kopmamak için bu filmde oynamayı kabul ederler. Devamında ise türlü türlü oyunlar. O dönemin Hollywood sahnesini hatta Oscar törenini, arkaplanını, oyuncuların yaşamlarını görmek ve devamında neler yaşadıklarını izlemek tabii bir de 60'lı yılları izleyebilmek diziyi bir günde durmaksızın izlememe neden oldu.
Oturup etamin işlediğim için diziler su gibi akarken biraz da film izlemek istedim ama biraz nostaljik ve romantik bir şeyler arıyordum. Bir süredir de aklımda Pretty Woman çalarken hiç izlemediğim filmi izleyeyim dedim ve sonuç hala aklımdan şarkı çıkmıyor :).
Efsaneleşmiş filmlerden biri Leonardo DiCaprio ve Tom Hanks güzel bir senaryoda denk gelirse nolur. 1960'ların sonu ve 70'lerde geçen gerçek bir olayı ele alıyor. Frank yaşanan olaylardan dolayı evden kaçınca parasızlıktan dolayı babasının verdiği çekler ile bankaları dolandırmaya başlar ve bu milyon dolarlarca devam edip ülkenin en aranan ama bulunamayan ismi haline gelir. Sonunu ise hiç öyle olabileceği aklıma gelmezdi.
Hayatımın en stresli dönemimi geride bıraktıktan sonra kendimi ne kadar kitap, dizi, film, sahne varsa verdim gibi oldu çünkü bunları yapabilmeyi o kadar özlemiştim ki hepsi bana çok iyi geldi.
Çok keyifli bir ay olmuşa benziyor :) Doris'i not ettim bende izleneceklere teşekkürler :))
YanıtlaSilKesinlikle cok keyifliydi, dolu dolu gecti :) Umarim begenirsiniz, ben cok keyif almistim :)
Sil