Görünen o ki bu aralar ayda ortalama iki üç kitap gibi okuyabiliyorum. O yüzden kendime daha fazla okuma dileği de dilemiyorum işe yaramıyor sanırım. Biraz da böyle ilerlesin bakalım.
Karlar Ülkesi - Yasunari Kawabata
Altın Kitaplar
Hazır kış mevsimindeyken kaç yıl ertelediğim ve her kışın gözüme ilişen kitabı bitirebildim. Kitabın önsözü Doğan Hızlan'ın çağdaş Japon Edebiyatına dair bilgilendirici bir yazısı bulunuyor. Bu güzel karşılamadan sonra Japonya'nın karlar altında kalmış köyüne yolculuk başlıyor. Yazar gerçekten de bizi Shimamura ile bir yolculuğa adım attırıyor.
Shimamura tren yolculuğu ile kaplıcaların yer aldığı konaklama alanına giderken trende bir kızın büyüsüne kapılır. Oteline vardığında ise geyşa Komako ile tanışır ama aralarındaki ilişki netlik kazanmaz çünkü Shimamura başka birisini düşünmektedir. O düşünürken de yazarın betimlemesiyle Uzak Doğu tarzı bir otelde kenara kıvrılmış şekilde izlerken buldum kendimi. Bir yandan sakin bir yandan da sürükleyici bir okuma deneyimi oldu. Kawabata Karlar Ülkesi'ni o kadar güzel sunuyor ki bir anda kendimi karlar altında kalmış bir köyde samanyolunu izlerken buluyordum.
Anahtar - Tanizaki Junichiro
Altın Kitaplar
Karlar Ülkesi bitince ikinci kitap olan Anahtar başlıyor. Altın Kitaplar ikisi de Japon Edebiyatı diye bir araya getirip basmış sanırım. Kitapta iki eşin birbirlerinden sakladıkları günlüklerde birbirleri ile iletişime geçmeyip karşılıklı beklentilerini günlüklere yazmalarından oluşuyor. Bir gün evin erkeği günlüğün saklı olduğu kutunun anahtarını ortaya koyar ki eşi o günlüğü okusun ve neler düşündüğünü öğrensin ister. Genelde erkek cinsel hayatında karısından beklentilerini bu günlüklere yazar ve karısının anahtarla o günlüğü açsın ki ne kadar güzel olduğunu bilmesini ister. Bunun aksine kadın, eşinden tiksintiyle bahseder ama yine de eş görevini yerine getirmeyi kutsal amacı sayar. Kitap beni biraz boğdu çünkü bilmediğim bir adam için ben bile tiksindim. Tabii buna anlatım başarısı da diyebiliriz ama son sayfalarına doğru artık bitsin de kurtulayım diye okudum.
Aralık ayını tur kitabımızla kapadım. Yazısı ise burada.
1950'lerde İrlanda'dan Amerika'ya iş bulmak için göç eden Eilis'in hikayesi anlatılıyor. Film gerçekten bir yaşabileceği temel sorunları iletirken bunu gerçekten duygu yoğunluğu olarak da beni etkisi altına alabildi. Benim de başımdan kısa bir dönem de olsa evi özlemiyle yanıp tutuşmanın, aileni hemen göremeyeceğini bilmenin üzüntüsü ama bir süre sonra bunlara alışınca normal hayatının da neşelendiğini ve ne olursa olsun olduğun yere alışacağını gösteren bir film. Sonuna kadar her şey iyiydi ama ben sonunun bağlantısını sevmedim. Fakat filmi gerek kostüm, gerek sahneler olsun sevdim.
Film olarak bir de istemeyerek de olsa Görümce filmine gittim ve o filmde ağlayabildiğime gerçekten inanamıyorum onun dışında çok fazla gülebildiğimi de söyleyemeyeceğim.
Deli gibi Gilmore Girls'e sardığım için 3.,4.,5. sezonları bitirip ve 6. sezonun yarısındaydım Aralık ayında ve şuan ki durumum bütün sezonları bitirdim hatta A Year in the Life özel bölümlerinden son bölümü de akşam izleyeceğim. Diziye çok geç başladım ama fazla hızlı ilerledim. Film izleyeyim dediğimde istediğim gibi bir şey bulamayacağımı düşünüp hemen bu diziyi açtığım için şimdi hangi diziye böyle sarabileceğim acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder