3 Ekim 2016

Okunanlar | İzlenenler Eylül '16


Raffi Portakal Portakal'ın Yüzyılı - Enis Batur
Doğan Kitap

   Bu kitabı paylaştığım her ortamda övüyorum ve bu kitabı sevebileceklere de gözüm kapalı öneririm. Portakal Sanat ve Kültür Evi kuruluşunun 100. yılı için dört kitap ile kutlama yapıyor ve kutlamak için ne kadar muhteşem bir yol. Bu serinin diğer üçü Duveen Antikacıların Pîri-S.N. Behrman, Vollard Bir Tablo Satıcısının Anıları-Ambroise Vollard ve son olarak Osman Hamdi Bey İzlenimler 1869-1885 - Edhem Eldem. 

   Bu kitapların hepsi sanat ile bağlantılı kitaplar bu yüzden özel ilginiz yoksa sizi istediğiniz gibi çekemeyecektir. bu kitapta Enis Batur ve Raffi Portakal'ın uzun bir söyleyişisinde konular anlatıldıkça anlatıyor ve her yeni bir sayfa yeni bilgilerin araştırmasıyla daha da sayfa ekliyor. Böylece bitmeyen notlar, araştırmak ve öğrenmek için yeni bilgiler beni daha da mutlu ediyor. En başlarda Portakal Sanat nasıl başladı ve onun tarihsel sürecini anlatılırken beraberinde getirdiği anılar da söyleyişiye ayrı bir güzellik katıyor. 

   Devamında ise koleksiyonculuk, antika eserler ve değerleri hakkında bilgiler derinleşiyor. İstanbul'daki müzayedeler, yeni kazanılan eserler, kişilerin koleksiyonlarına yeni eklenen eserler, yalılar, özel müzeler (özellikle Sakıp Sabancı Müzesi) ve daha da fazla bilgi ile ilerliyor. Bir yandan bakacak olursak İstanbul'daki sanat hayatının gelişimini de sunuyor. Sonuç olarak bu konularla ilgili meraknız varsa başlangıç olarak yardımcı olabilecek şahane bir kitap. 
   


Boğulmamak İçin - George Orwell
Can Yayınları

   Sayfa sayısı normalde okuduklarıma göre az olmasına rağmen bir süre elimde süründü gibi oldu. Bir noktadan sonra kitap benim için bağlayıcı oldu ve o noktadan itibaren kitabı daha çok severek bitirebildim. Benim için okuduğum ilk Orwell kitabı oldu ve daha erken dönem eserlerinden birini okumaya başlamamla o en bilinen kitaplarının üslubundan önce bir tanışma kitabı oldu diyebilirim. 

   George Bowling çocukluğunda balık tutmaya ne kadar meraklıysa bir süre sonra o tutkusunu kaybediyor. Evliliği de istediği noktada değildir. Yılların değişimiyle kendisi, çevresi değişmiştir ama bunu fark etmesi geriye gitmesiyle ortaya çıkacaktır. 


  Eylül ayında daha fazla okuduğumu düşünüyordum ama hâlâ devam ettiğim ve araştırmalarım için başka kitaplara da daldığım için sonuç az gibi görünse de ilk kitabı bitirmemi de tek kitap olarak bir yönden saymıyorum :)


   Ortalık Stranger Things ile çalkanıyorken Eylül'ün başında 3 günde tüm sezonu bitirmem ile diziye ne kadar sardığını anlatabildiğimi düşünüyorum. Seksenleri her anlamda yaşatmasıyla gerek jenerik, oyuncular, gerekse yazı tasarımı ve konusuyla Netflix süper bir iş başarmış. Dürüst olmak gerekirse ilk bölümde bu dizinin nesi bu kadar çekiyor ve hiç de tahmin ettiğim gibi korkunç değildi ama sözlerimi tamamiyle yuttum. Dizinin ortalarından itibaren diziyi gece izleyemiyordum mutlaka gündüz olsun diye bekliyordum çünkü korkmayı ve bir süre paronayakmış gibi dolaşmak istemiyordum. Korku dolu olsa da dizinin başarısı ortada. 



   Geçen yılın bitirdiğim diziler yazısında şimdilik bloguna devam etmeyen Rekürsif Düşünce bana sevebileceğim tür de diziler önermişti ve onlardan birisi Pushing Daisies. 2 sezonluk bir dizi ama Google'a bakınca dizi bittiğinden beri (2009) film ya da başka bir şey söylentileri dolaşıp durmuş. Rekürsif Düşünce yazmasaydı daha önceden hiç duymadığım bir diziydi ama bütün sevdiğim ögelerin toplandığı bir dizi olmuş.

   Başrol oyuncularından Ned, küçük yaşta ölülere dokunduğunda onları tekrar hayata getiriyor ve tekrar dokunduğunda ise tekrar hiç canlanmayacak üzere ölüyorlar. Eh, bu geri getirme işinde de belli kurallar da var. Ned'in bu özelliğini keşfeden dedektif Emerson, Ned'i ortağı yapar ve Ned'in ölüleri uyandırıp cevapları bulmasıyla ya da daha fazla ipucu yakalamasıyla dedektiflik işindeki sorunların çözümüne kavuşur. Bunun haricinde Ned, kendi halinde turta yapıp satan bir insandı ama Emerson ile gittiği bir cenaze töreninde ömrü boyunca unutamadığı 'bir şeyi' görmesiyle hayatında çiçekler açacaktır.

   Dizi masal edasında ilerliyor ve her bölümün başında bir anlatıcı bu masalı sunuyor. Hem fantastik, hem her bölümü ayrı bir heyecan ve olaylarla ilerleyen ve biraz da komedi tarzında çok beğendiğim bir dizi oldu. Başrol'de oynayan Anna Friel'in Netflix yapımı Marcella adlı dizisinde de başrolde, bu nedenle ona da başlamayı düşünüyorum her ne kadar farklı bir türde de olsa.


   Bir gün çok hamaratım ve bayram öncesi uzun süren yaprak sarma döneminde izlediğim bir filmdi. İzlememin büyük nedenlerinden biri elimde iş varken yanında eşlik edecek bir film aramam ve Catherine Zeta-Jones'un oynaması. Film için komedi demişler ama komedilik bir kısım hiç bulamadım. Romantik bir film için vermesi gerekeni veriyor ama başka bir ekstrası yoktu benim için.


   Film ararken buna denk geldim ve anında kendisine çekti çünkü: 1. İçinde biyografi var. 2. Opera var. 3. Meryl Streep var. 2016'ın ilk yarısı gösterime girmiş bu film gerçek bir hikayeye dayanıyor. Florence kötü bir sesi olmasına rağmen opera sanatçısı olmak istiyor ve oluyor. Hayalini kurudğu salonlar, gösteriler hepsi oluyor ama nasıl olduğu filmde. Hem komik hem de bir yandan iç yakan bir film hatta bazı sahneleri atlamak bile isteyebilirsiniz o güzel sesin karşısında ama kişinin hayallerinin gerçekleştirmeye çalışması yanındakiler için bile ne kadar zorlukla ilerliyor.  

   Bir de bu filmin aynı konuyu ele alan 2015 yapımı Paris'te geçen Marguerite isimli film var. Fragmanına baktığımda değişen pek bir şey yok aslında. Okuduğum bir yazıda bu yapımın daha kompleks olduğu ve Florence'in bunun daha sadeleştirmiş ve yüksek bütçeli (oyuncular da dahil) bir film olduğunu söylüyor. İkisinin hemen hemen art arda çıkmasına ise entresan diyip geçiyorum. 


   
   Leylekler çok keyifli bir animasyondu ve bebeklerin tatlılığı filmi ele geçirmişti. Leyleklerin bebek teslimatı yaşanan bir olay nedeniyle artık yapılmamaktadır ve leylekler kargo gibi teslimat yapıyorlardı ki bir olay gerçekleşene kadar. Günümüzde yaşanan anne babanın bebek problemlerini de çok komik bir şekilde ele almışlar ve filmde hiç sıkılmadım çünkü aksiyonu da bir yandan hiç hız kesmiyor. Aşırı sevimlilik içerdiği için bu kadarı fazla olur görmek istemem diyenler için uygun bir tercih değil.



   Blue Jasmine'i izleyene kadar içim rahat etmedi çünkü sebepsiz yere meraklanıyordum. Fazla merak iyi gelmedi sanırım çünkü filmden beklediğim tadı alamadım. Midnight in Paris filminin havasını bekliyordum ama pek öyle olmayınca benim için ortalama bir film oldu ama Cate'in oyunculuğunu es geçmeden. 

8 yorum:

  1. Pushing Daisies'i beğenmene sevindim SeGe. :)

    Stranger Things'i henüz izleyemedim ama geçenlerde The Night Of'u izledim. O da 10 bölümlük bir mini dizi, HBO yapımı. Gayet güzel.

    Bunun yanında bir de yine 10 bölümlük Death Parade isimli bir anime var. Onu da tavsiye ederim. Kısacık zaten, iki günde bitirirsin. Vaktin olduğunda bir fırsat verirsen onu da beğeneceğini düşünüyorum.

    Selamlar... :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Arada önerilerini açıp açıp bakıyorum hiç aklımda izleyecek bir şey yoksa :)

      O dizide de gözüm var er ya da geç izleyeceğim :)

      Kaç yıldır anime izlemiyordum, bana da değişiklik olur. Onu da listeme alıyorum :)

      Çok teşekkür ederim ^-^

      Sil
  2. Yaşasın kitaplar ve filmler diyorum! Örümcek Ağındaki Kız, Millennium'u bozdu. Kötü bir kitaptı gerçekten. Ama okumasak da merak edecektik. :) Ben de bloguma ve instagram'a beklerim, sevgiler! :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) Aynen oyle cok celiski de birakiyordu okuyup okumamak icin. :)

      Sil
  3. Blue Jasmine'i Oscar'a aday olduğunda izlemiştim ve çok beğenmiştim :). Ama Blue Jasmine'den pek hoşlanmayan ya da nefret eden çok insan duyuyorum, galiba Woody Allen filmlerinden biraz farklı. Çünkü ben Woody Allen filmlerini pek sevmem :), Midnight in Paris'i eski hayranlığımdan sevmiştim. En son Cafe Society'i de çok sevdim mesela, onu da kimse beğenmemiş :)).

    Pushing Daisies de cnbc-e yayınlarken izlemiştim ama bitiremedim sanırım, TV'den izlerken dizileri kaçırmak kolay oluyordu, bir yerden sonra koptum. Ama çok naif çok tatlıydı. İyi ki hatırlattın, devam edeyim :).
    Stranger Things'i de çektim, bilgisayarımda beni bekliyor. izleyeceğim inşallah.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben niye bilmedim ama cok icten sevdim diyemiyorum. Dogru, biraz farkli genel filmlerinden. Midnight in Paris benim favorim olabilir, ona bayiliyorum. Cafe Society de beklentimin disinda ama Blue Jasmine'den daha cok sevdim.

      Pushing Daisies, ah cok tatliydi. Cabuk bitirdim keske bitirmeseymisim hemen :(

      Korkmayacagin gunlerde yavastan baslayabilirsin :)

      Sil