21 Ekim 2018

Okunanlar | İzlenenler Mayıs '18


Tess of d'Urbervilles-Thomas Hardy
Altın Kitaplar

Fakir bir aile olan Durbeyfield’ler, köylerindeki peder sayesinde çok varlıklı bir aile olan d’Urberville ile akraba olduklarını öğrenirler ve zenginliğe ulaşacakları için çok mutludurlar ama bu ailenin bütün fertleri ölmüştür. Bu yüzden, ortada ne köşkleri kalmıştır ne de herhangi bir mal varlıklıları. Umutları suya düşün bu aile günün birinde, d’Urberville ailesinden birilerinin hala yaşadıklarını öğrenirler ve büyük kızları olan Tess’i, aileyi fakirlikten kurtarması için erkek kuzeni olan Alec d’Urberville’e yollarlar. Tess’in geleceği ise bu yolla birlikte sonsuz çabalamalara doğru ilerleyecektir. Thomas Hardy, karamsarlığı, umutsuzluğu ve pişmanlığı o kadar iyi anlatıyor ki okudukça sanki bir Yeşilçam filmindeki fakir ama gururlu bir kızımızın girdiği her yolda bataklığa batmasını izlerken verdiği sinirlenme hissini anımsatıyor. Bu kitaptan uyarlama olan 1979 yapımı Tess filmini yöneten Roman Polanski ise o Yeşilçam hissini bıraktırıp muhteşem bir dram izletiyor ve filmin müzikleri ise bu mükemmelliği taçlandırıyor. Açıkçası filmini kitaptan daha çok sevdim ve müziğini tekrar tekrar dinleyeceğim. 

@pinuccias ile konuşurken bu kitabın ne kadar çok farklı isimle çevrildiğini fark ettik. @pinuccias ilk ikisini fark etmiş, sonuncusu da benimle konuşurken ortaya çıktı :) Başka bir yayınevinden Teresa, Altın kitaplar’da Hayat Bağları, filmden sonra ise Tess diye başlık atılmış. Sanki hepsi başka kitapmış gibi düşünüp hepsinin aynı kapıya çıkması eski kitaplarda çokça yaşanıyor :)



Tiffany'de Kahvaltı-Truman Capote
Sel Yayıncılık

Yıllardır okunmayı bekleyen kitaplardan biriydi Tiffany'de Kahvaltı ama sayfaları çevirdikçe heyecanım o kadar azaldı ki bu kitap için mi bu kadar beklemişim dedim :( Yine de bu kitap sayesinde yıllardır izlemek için beklediğim filmini izlemek için bahanem kalmamış oldu.


Koku-Patrick Süskind
Can Yayınları

Yine yıllardır okunmayı bekleyen kitaplardan biri daha... Okuduktan sonra ise neden biraz daha beklemedim diye hayıflandım. Sebebi ise ben okuduktan birkaç ay sonra şahane bir kapakla yayımlanması. (O yeni kapaklı versiyonunu da almadan içim rahat etmeyecek) Muhteşem bir kitap ve harika bir kurgusu var. Açıkçası bu şekilde ilerleyeceğini tahmin bile etmemiştim. Bu ay okuduklarım içerisinde en sevdiğim oldu.


Sıkı Kontrol Edilen Trenler-Bohumil Hrabal
Everest Yayınları

II. Dünya Savaşı sonrası Çek edebiyatında önemli kitaplardan biri olarak kabul edilen 1965 yılında yayımlanan Sıkı Kontrol Edilen Trenler’den uyarlanan film ise 1968 yılında Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde Oscar ödülü almıştır.

Miloš istasyondaki ilk görev gününde oldukça heyecanlıdır. Lokomotif makisinistliğinden emekli olan babası gibi trenlerle haşır neşir olacağı için de bir o kadar gururludur. Görevi ise savaş zamanında Çekoslovaya’daki tren istasyonundan geçen trenlerin geçiş kontrolünü sağlamaktadır. Bu kısacık ve mizah dolu romanda, Miloš’un kendini bulmaya çalışmasını okurken aynı zamanda bu sessiz kasabadaki bütün hareketi ve savaşın gerçekliğini bize yansıtır. 

Kısacık bir kitap ama detaylarını hatırlayamadığım bir kitap olarak kaldı aklımda. Belki de kendimi vererek okuyamadığım kitaplardan biri. O yüzden bu kitabı tekrar okumak istiyorum. 


Koleksiyoncu-John Fowles
Ayrıntı Yayınları

Geçenlerde bu kitap hakkında kendi çapımda korkutucu bir gelişme yaşadım. Üşengeçliğimin son seviyesinde olarak okuduğum kitaplar hakkında fikirlerimi 4-5 ay sonra yazınca her şeyi çok net hatırlamıyorum ama Mayıs ayında okuduklarımı Instagram'a aktaracağım diye okuduğum kitapların konularını hatırlamaya çalışırken Koleksiyoncu ile ilgili hiçbir çağrışım aklıma gelmedi. Arka kapağı okudum, sayfalara göz attım ama kitap aklımda resmen bir boşluk olarak kalmış. Daha sonra @pinuccias ile kitapçıda gezerken bu kitabı hiç hatırlamadığımı söyleyince arka kapağı okudu hala mı yok dedi. Hayır hatırlamıyorum diye korku dolu fikirler aklımdan geçerken saniyeler içerisinde bütün kurgu gözlerimin önünden geçti ve sonunda her şeyi hatırladım. Bu durum beni o kadar çok korkuttu ki üşengeçşiğimi bir kenara bırakmamı sağladı diyebilirim.

Uzun bir girişten sonra kitaba gelecek olursak, Fowles kitaplarından önce Büyücü'yü okuyup sevince Koleksiyoncu'ya pozitif duygularla başladım. Sayfaları çevirdikçe o pozitif duygular yerini korkuya bıraktı çünkü kurgusu insanı fazlasıyla geriyor. Kelebek koleksiyoncusu Frederick, toplumda yalnızlık çeken ve insanlarla iyi anlaşamayan birisi. Piyango çekilişiyle maddi zengilinliği olup alt kültürden biri olarak sayılan Frederick, bambaşka bir kültürle yetişmiş olan sanat öğrencisi Miranda'ya rastlıyor. Frederick için Miranda bir takıntı haline geliyor, onu gözlüyor ve onu adeta bir koleksiyon parçasıymış gibi görüp bir gün onu kaçırıyor. İki kahramanın da gözünden gördüğümüz bu kitap, psikolojik gerilimin yüksek olduğu ve aynı zamanda toplumdaki sınıflanmaya dair gözlemlerin çok iyi aktarıldıp bir otorite gücüne sahip olma isteğinin ne boyutlara gelebileceğini gösteriyor. 


Duvardaki Kapı-H.G. Wells
Kırmızı Kedi Yayınevi

Babil Kitaplığı'ndan olan Duvardaki Kapı, içerisinde farklı öyküler barındırıyor. Yazarın hayalgücü ve bunu aktarırken okuyucunun aklında oluşturduğu betimlemeler fazlasıyla büyülü ve canlı. Birkaç hikaye hariç gerisini fazlasıyla sevdim ve ileri bir zamanda tekrar okuma isteği oluşturdu.


Her Marvel filmine gitmem ve izlediğim filmler de birkaç tanedir. Avengers-Infinity War, her bir karakteri görebileceğimiz ve savaşın başladığı bu filmi izlememin en büyük nedeni Doctor Strange karakteri ve Benedict Cumberbatch diyebilirim :) Bu Marvel filmleri öyle bir görsel şölen ki filmden çıktıktan sonra insanın gerçekliğe dönmesi biraz zor oluyor :)


Sinemada izlemek istediğim filmlerden biriydi ama vizyonda kaçırınca evde izledim ve iyi ki vizyonda izlememişim diye sevindiğim nadir filmlerden. Çağdaş sanat ile alakalı The Square, bence oldukça rahatsız edici ama bazı gördüğümüz sanat eserlerinin bile bizi bu kadar çok rahatsız etmesini de bir o kadar iyi yansıtıyor. 


Romantik, dönem, duygusal ve bizden olan bir şeyler izlemek istediğim bir günde Netflix'te listemde olan Kelebiğin Rüyası'nı görünce evet, aradığım bu diyerek bu filmi daha fazla ertelemek istemedim. Nasıl güzel bir filmmiş...


Breakfast at Tiffany's filmini izleyebilmek için kitabını okumayı bekliyordum ve kitap bitince ara vermeden sonunda izledim. Audrey Hepburn güzelliği gerçekten insanı büyülüyor ama film o büyük beklentilerimi karşılayamadı, aynı kitapta olduğu gibi.


Ara ara göz göze gelip ertelediğim filmlerden biri daha, Lost in Translation. Zaman zaman ruh halim seyahat etme isteği ile dolar. Başka ülkede kaybolurken o ülkede tanıdık bir şeyler hatta duygular bulmayı beklerken, karşılaştığın sürprizlerle o ülkenin seni bambaşka hissetirmesi gibi bir film arıyordum ve istediğimi tam olarak izlememe olanak sağladı. 


Son zamanlarda hızlıca ve severek izlediğim dizilerden Sex and the City'i bitirmiş oldum. Keşke birkaç sezon daha devamı olsa desem de kısır döngüye daha fazla girmeden olabilecek en iyi şekilde bitmiş oldu.


İlk sezonlarda hiç severek izlemediğim New Girl dizisine sonradan öyle bir bağımlı oldum ki 7. sezonun final sezonu olduğunu son birkaç bölüm kala öğrendim ve çok üzüldüm. Bu beşliyi fazlasıyla özleyeceğim :(

   
Mimari ve evlerle ilgili bir şeyler izlemeye bayılıyorum. Dünyadaki oldukça değişik mimariye sahip evleri gösteren bu programda İngiliz bir mimar ve İngiliz bir oyuncu evleri gezip ev sahipleriyle veya mimarlarla konuşup evleri tanıtıyorlar. İzlemesi o kadar keyifli ki program da küçük mizahlar da bulununca sanki bu evi arkadaşınız tanıtıyormuş izlenimi veriyor. Bazı evler tatmin etmeyebilir ama ben hepsini görüp, bulunduğu mekanlara da hayran hayran kalarak izledim. 


Haftalık olarak her yeni bölümünü izlediğim Once Upon A Time dizisi de 7. sezonuyla dizi finalini yapmış oldu. İlk sezonlarını büyük bir zevkle izledikçe sonraki birkaç sezonda zoraki izliyordum ama sonradan yeniden tempolarını bulduklarında finalde yaklaşmış oldu. Bitmesine üzülsem de artık bitmesi gerekiyordu ve daha fazla uzatmadan dizi de yerinde bitmiş oldu.


Ömrümde en çok istediğim şeylerden biri olan Fazıl Say'ı canlı canlı dinlemek şükürler olsun ki gerçekleşti. Mayıs olmasına rağmen, çok soğuk bir Ankara akşamında, Bilkent Odeon sahnesinde biletim o kadar iyi bir yerdendi ki Fazıl Say ile göz göze gelebiliyordunuz. İki bölümden oluşan Hermias konserinin ilk bölümünde muhteşem sesi olan Serenad Bağcan ile Fazıl Say'ın Şarkılar'nı dinliyorsunuz. İkinci bölümde ise Bilkent Senfoni Orkestrası ile birlikte Selçuk Yöntem'in hikaye anlatıcılığı, Fazıl Say, Serenad Bağcan ve İbrahim Yazıcı birleşerek müziksel doyumda üst sınıra ulaştırıyor. O kadar çok mucizevi saatler geçirdim ki asla bitmesini istememiştim. 


Görüldüğü üzere Mayıs ayı okunan birçok kitapla, biten dizilerle, izlenen filmlerle ve en çok istediğim konserlerden birine gidebilmemle muhteşem bir ay geçirdim. 

14 Ekim 2018

Okunanlar | İzlenenler Nisan '18


Monte Cristo-Alexandre Dumas
Altın Kitaplar

Benim için fazlasıyla inişli-çıkışlı bir okuma oldu, Monte Cristo Kontu. Büyük bir merakla başlayan kitap bir süre durgunlaşıyor ama kurgu o kadar harika gidiyor ki okudukça daha da güzelleşecek biliyorum ama bazı durumlarda devam ettirebilmek oldukça zor oluyor çünkü daha önce okuduklarımı bir an unutmuş hissediyorum. Fakat devam ettikçe size her şeyi hatırlatıyor zaten. Çok keyifli bir serüven oldu benim için. Nisan'dan beri filmini izleyecektim ama üzerinden zaman geçmesini istedim ve seneye izlemek üzere erteliyorum.


Günden Kalanlar-Kazuo Ishiguro
Yapı Kredi Yayınları

İngiliz malikânesi son başuşaklarından biri olan Stevens, geçmişinde tanıdığı birisini görmek için yola çıkar. Bu yolculuk halinde ise bir uşak nasıl olmalı, neler yapmalı gibi temkinli bir şekilde mesleğini anlatır. Fakat hayatına dair anlatmadıkları ise kelimelerin arkasından insanın kalbine dokunup hüzünlendiren bir şeyler barındırır. Sanırım, her insanın kendi hayat koşturmacasında üzerini kapattığı ve sonra geriye dönüp baktığında geç olduğunu fark ettiği durumları yansıttığı için Stevens’ı anlatmadıkları bu kadar çok kalbe işliyor...

Okuduktan sonra filmi olduğunu öğrendiğim bir kitap ve sanırım yıl sonuna kadar izlemiş olurum çünkü fazlasıyla merak ediyorum.


Baltasar ile Blimunda-Jose Saramago
Kırmızı Kedi Yayınevi

Bundan önce okuduğum Jose Saramago kitabından sonra bir süre Saramago okumaya ara veriyorum dedim ama yapamadım. Hem merak ediyordum hem de bu ay okuma temamla (Nobel Ödüllü Yazarlar) örtüştüğü için aldım elime kitabı. Aldıktan sonra pişmanlık başladı ama devam etmeyi sürdürdüm çünkü konu oldukça ilginç bir biçimde ilerliyordu. Yine de istediğim keyfi alamadım, Saramago okumak beni fazlasıyla yoruyor...


Sevgili-Marguerite Duras
Sel Yayıncılık

Şimdi yazmaya kalkınca fark ettim ki bu kitabı hiç sağlam kafayla okumamışım ve hakkında yazacak bir cümle bile yazamıyorum. Bu yüzden, tekrar okumak için notumu aldım.


Momo-Michael Ende
Pegasus Yayınları

Kitabı anlatacak kelimeler düşündüm, cümleler yazdım sildim... Fakat Momo’yu en iyi anlatan bu sözden başka hiçbir şeye ihtiyaç kalmıyor: “Zaman hayattır ve hayat kalbimizdedir.” 


Değişim-Mo Yan
Can Yayınları

Değişim, her ne kadar uzun öykü olarak belirtilmişse de Mo Yan’ın anılarından oluşan bir kitap. Çin’deki ve yazarın kendisindeki değişimleri anlatıyor. 

Daha önce istediğim halde hiç Mo Yan kitabı okumayıp bu kitapla başlangıç yaptığıma kendi adıma seviniyorum çünkü yazarın, yazarlık adımlarını nasıl tırmandığını öğrenmiş oldum.(Okuduğum yorumlara göre bazıları ise birkaç Mo Yan kitabı okuduktan sonra okumayı daha uygun bulmuş) Keşke biraz daha uzun anlatsa diye hayıflanmamak da elde değil ama birkaç kitabını okuduktan sonra tekrar bu kitabını okuduğumda daha farklı bir tat alacağımı biliyorum.


Mad Men'den tanıdık yüzler göreceğiniz Glow dizisini, ilk sezon pek severek izlemediğim için ikinci sezonunu izlemeyecektim. Fakat Netflix önüme Glow'u çıkarıp durdu ve ben de dizi boşluğundayken hadi izleyeyim dedim. İlginçtir ki ikinci sezonu merakla izledim ve bu sefer daha çok hoşuma gitti. 3.sezonu beklemeye başladım bile :)


Sex and The City'nin 4. ve 5. sezonlarını da çok hızlı bir şekilde bitirdim. Sona doğru gittikçe insan daha çok sevmeye başlıyor bu diziyi.


Geçen sezon Ankara'da tiyatro sinemaları gösteriliyordu ve kaçırmak istemediklerimden biri ise Hamlet ve Benedict Cumberbatch'ti. Oyunculuklar mükemmeldi. Daha da çok bayıldığım şey ise sahne tasarımı ve sahnenin kullanımıydı. Adeta bir görsel şölen ve neden bizde yok diye yine hüzünlendim. Sahne Tasarımcısı Es Devlin, muhteşem işler başaran birisi ve kısacık da olsa Hamlet ile ilgili detayları Netflix'in Abstract: The Art of Design'da Stage Design bölümünde bulabilirsiniz.

Nisan, benim için bol kitaplı bir ay oldu. Uzun zamandır böyle olmadığı için bu duruma da çok sevinerek yolculadım bu ayı :)