1 Temmuz 2018

Okunanlar | İzlenenler Mart '18



Aşktan ve Gölgeden - Isabel Allende
Can Yayınları

Şiirsel bir dille yazılmış olan Aşktan ve Gölgeden, güçlü anlatımıyla hafızalarda derin izler bırakacak türde bir kitap. Aşk kelimesini sadece iki kişi arasında geçen romantik ilişki yerine genel bir kavram olarak ele alıp betimleyen yazar, bu duygunun derinine de iniyor. Bu betimlemeyi satırlara işlerken bir yandan da dönemin baskıcı ve zorlu şartlarını tahlil ediyor. Gölgeler içindeki aşkı anlatan bu kitabı zaman zaman hüzünlenmeden bitirmemek ise elde değildi. 



New York Üçlemesi - Paul Auster
Can Yayınları

İlk kitabı okurken beni kitaba doğru çeken bir şeyler vardı, sürükleyiciydi ama ikinci kitapta bu bağ yok oldu, üçüncü de ise kitaba karşı bağı toparlamaya çalışsam da başarılı olamadım, odaklanamadım. Hakkında genelde olumlu yorumlar olan bu seride, benim düşüncelerim ise ters yönde. Zamanlama veya odaklanamamaktan oldu belki de. İleride daha sakin bir zihinle tekrar okumak için notumu aldım.


Homeros, İlyada - Alessandro Baricco
Can Yayınları

Koskoca Homeros'un İlyada'sını, sevdiğim bir yazar olan Baricco'nun 165 sayfaya kısalttığını görünce bu konu üzerine bir şeyler anlatmak için yazdığını düşünmüştüm. Kitabı açıp önsözüne okuduğumda ise Baricco bu kitabı neden yazdığını açıklıyor. İlyada'yı topluluk önünde okumak isteyip bunun üzerine ne yapabilirim diye düşünürken İlyada'nın orijinal metin olarak günümüzde, sözlü anlatıma uygun olmadığını ve fazlasıyla uzun olduğuna karar verip İlyada'nın özünü koruyarak kısaltmalar yapar. Sonucunda ise dinleyiciye anlatmak için uygun olduğunu düşünüğü bu kitap ortaya çıkmış. 

Daha İlyada'yı okumadığım için bu kitapla kendimce karşılaştırmasını yapamayacağım ama Baricco'dan okurken istediğim duyguyu alamadım. Belki de gerçekten bu metni dinlesem bana daha farklı hisler bırakırdı, kim bilir. 
   


En sevdiğim dizilerden biri olan Mozart in the Jungle'ın 4. sezonunun yayınlandığını görünce hız kesmeden izledim. Diğer 3. sezon daha çok Rodrigo'nun üzerinden ilerken, bu sezonda Hailey'ı ön planda görüyoruz. Onun duyguları, onun hayalleri, onun başarmaya çalıştıkları... Bu sezon, insan zamanı gelince kendi arayışına girince nasıl bazı şeyler alt üst olup zamanı geldiğinde ise yolunu bulursa o hisleri veren güzel bir sezondu. 


Yoğun bir zamandan geçerken yeni bir diziye başlamak istemediğim için Sex&the City'e kaldığım yerden devam ederken ikinci ve üçüncü sezonu hemen geçti bile.


Her bölümü nasıl böyle güzel, nasıl bu kadar duygu dolu olabilir. İkinci sezon, seyircinin beklentileri gösterirken öyle bir yerde bitirdiler ki bizi daha da ağlatacaklarının haberini verdiler. 



Akün Sahnesi'nde her pazartesi İngiltere'nin National Theatre'nda oynanan oyunların birçok kamera açısıyla adeta sinema etkisi veren bu tiyatro sinemalar gösteriliyordu. İlk gösterim olarak Amadeus perdedeydi. Arayla birlikte 3 saat süren bu oyunu her zaman gözlerim tam açık olarak izleyemedim. Bazı sahneler yavaş ilerliyordu ama öyle anlar geliyor ki büyülenerek izledim. Oyuncu performansları, kostüm, sahne her şey o kadar mükemmeldi ki biz de neden böyle tiyatro yok diye insan üzlüyor. Tiyatro sahnesinin dinamik tasarımına bayıldım. Oyuncular da o sahneyi öyle bir şekilde kullanıyor ki sanki az önce o sahne bambaşka bir hale bürünmemiş gibi. Uzun soluklu olmasına rağmen bin kere izlemeye değerdi. Umarım bir gün sinema olarak değil de İngiltere'de kendi gözlerimle izleme fırsatım olur.