15 Nisan 2018

Okunanlar | İzlenenler Ocak '18


Thaïs- Anatole France
Altın Kitaplar

Bu yılın okuma listesini büyük ölçüde geçen yıl olduğu gibi 1001 kitaplar oluşturuyor. Geçen yıl 17 kitap üzerinden gitsek de bu yıl belli kategorilere göre aylık okuma listesi oluşturuyoruz. Bu ayın teması ise orijinal dili Fransızca olan bir kitap. Ben de bunun için hemen sahaf kitaplarıma başvurdum. 

Tek bir kitap görünümünde aslında iki kitabı bir arada barındıran Anatole France'in bu eserinde ilk  bölümü Thaïs, ikinci bölümü de hikayeleri oluşturuyor.Thaïs güzelliği ile dillere dolanmış, yetenekleri ve büyüleciliği ile herkes kendisine mest olmuştur. Paphnutius ise Thaïs’i yaşadığı bu dünyadan, sadece güzellik, zevk ve paradan oluşan bu yaşamdan kurtarmak ister. Bu kurtarışı, ruhani yolunda en büyük gayesi edinmiştir.

Thaïs, genel olarak sürükleyici ve abartısız anlatımlardan uzak, şaşırtıcı bir kitap. Fakat hikayeler kısmını ise pek sevdiğimi söyleyemeyeceğim.


Bir Tablo Satıcısının Anıları-Vollard
Doğan Kitap

Portakal'ın Yüzyılı için çıkan bu 4 kitaplık seride, okuduğum üçüncü kitap olan Bir Tablo Satıcının Anıları, Vollard'ın sanat dünyasına ait gözlemlerini anlatır. Yakın geçmişte, büyük sanatçılarla aynı dönemde yaşayan Vollard, anılarını birinci ağızdan anlatır. Özellikle empresyonizm döneminin sanatçılarıyla iç içe olması, o dönem sanatçılarının yaşadığı zorluklarını, elde ettikleri başarıları yakından görüp kaleme almıştır. Dönem sanatçılarından Degas ve Cezanne olan yakınlığı, anılarının da büyük bir bölümünü bu sanatçıların hayatları oluşturmuştur. Ayrıca, dönemin büyük bir koleksiyoneri olan Vollard, Van Gogh, Gauguin, Picasso ve Matisse'in eserlerini sergilemenin yanı sıra Manet, Monet, Renoir, Cezanne gibi birçok sanatçının eserini de satmıştır. 

Sanatçılarla dolu bu güzel anı kitabı, sanat tarihi okumaları yapanlar için büyük bir keyif verecektir. 


Woody Allen'ın yönettiği Kate Winslet ve Justin Timberlake gibi oyuncuların kadroda olduğu ve Amazon Stüdyolarında çekilmiş olan bir filmi izlemeden afiş ve kadro üzerinden etkilenmiştim. 1950'lerde Coney Island'da geçen film, atlı karınca operatörü olarak çalışa bir adamın ve karısı ile birlikte yaşadıkları tepetaklak hayatı ele alan bir film. Woody Allen'ın Cafe Society'den sonra bu film oldukça iyi geldi ama yine de genel beklentileri karşılamayabilir. 


Bu filmin proje fikri ilk yayınlandığındann beri filmin vizyona girmesini dört gözle bekliyordum. Yağlı boya ile yapılan 65.000 kare ve 853 tablo ile içinde müthiş bir emek barındıran Loving Vincent, bekleneni fazlasıyla veriyor. Van Gogh'un hayatını ölümünün sırrı ile keşfetmeye başlayıp, başkalarının gözünden Van Gogh çizimleriyle gördüğümüz bir film. Bütün sahneler adeta bir görsel şölen ve sahneler arası geçişler ise bu şöleni taçlandırıyor.


The Greatest Showman, gidip gitmemek arasında karar veremediğim bir film oldu. Öyle ki filmin seansı yeni başladığında bilet alıp son dakika kararıyla izlemeye başladım. Müzikal filmleri çok severim ama bunda neden şüphelerim vardı hiç bilmiyorum. Sinemadan çıkarken iyi gitmişim dediklerimden oldu. 


Daha önce Sleepless in Seattle'ı izlememiştim ve bir akşam yine 90'lar esintisi istediğimde bu romantik filme yer vermek istedim. Bu filmlerin insanda bıraktığı hisler o kadar güzel oluyor ki. 


Yine heyecanlı bir sezon yaşatan Outlander'ın 3. sezonunda, en sevdiğim dönemlerden olan 1940 esintilerini görüyoruz. Başlarına daha ne gelebilir ki diye düşündüğümüzde aslında yaşayacakları hiç bitmiyor ama sonunda hiç ayrılamıyorlar elbette. 4. sezonunu iple çekiyorum.


Black Mirror'ın bir sezonunu bir oturuşta bitiremiyorum çünkü her bölümü beni o kadar çok geriyor ki ara vermeden izleyemiyorum. 3. sezonunu Ocak'ta bitirsem de 4. sezonuna başlayacak cesareti şu an kendimde göremiyorum.


The Crown, Netflix'in başarılı yapımlarından biri ve 2. sezonunu da yine dolu doluydu. Bu sezonda, Kraliçe'nin kadınlık yönünün daha ağır bastığı bir sezon görüyoruz. Ailesiyle ilişkileri, yaşadığı zorlu hamilelik dönemi, eşiyle olan ilişkileri gibi. Sevdiğim bir sezon oldu.


Cable Girls ya da orijinal adıyla Las Chicas Del Cable, Netflix yapımı İspanyol dizilerinden biri. Şimdilik 2 sezonu bulunan dizi, tam bir entrika dizisi desem yanılmış olmam umarım. O kadar entrika dolu bir dizi ki hiçbir bölümü sakin geçmiyor :) 1920'lerin Madrid'inde geçen dizi hem dönem dizisi olması hem de heyecanı hiç bitmediği için sevdiklerimden oldu. 


Türkiye genelinde Ocak ve Şubat ayında herkesin dilinde olan tek bir dizi vardı: La Casa de Papel yani Money Heist. 7 bölümünü üst üste izleyebildiğim bir gün oldu ve tabii caizse diziyi silip süpürdüm. Olumlu yorumlar çok olsa da bir o kadar olumsuz yorumlar da var. Ben ise fazlasıyla sevdim, müziğiyle, kurgusuyla, oyuncularıyla ve İspanyolca olması daha da sevdirdi.