Ağabeyine Çiçek Taşıyan Kız-Natsuki Ikezawa
Ayrıntı Yayınları
Okuduğum bir kitabı bu kadar çok sevip de hakkında bir şeyler yazmaya çekindiğim nadir kitaplardan birisi çünkü kitabın güzelliğini nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum... Yazar, Japon bir abi ve kız kardeş ilişkisini kitabın temeline oturtup okuyucusuna derin bir yolculuk yaptırtıyor. Japonya'dan yola çıkıp başka ülkelerle birlikte Endonezya'ya doğru sürükleniyor. Bu yolculuklarla birlikte sayfalar soluksuz ilerlerken bir sanatçının kendini bulma isteği, aile kavramının ne demek olduğu, Batı ve Doğu toplumlarının düşünceleri, aynı toplumun içindeki farklılıklar gibi birçok konu ele alınıyor. Aynı zamanda bütün konuların ve bütün mekanların hepsi sakin ama bir o kadar da güçlü bir anlatım ile bir araya geliyor. Biliyorum ki kitabı ne kadar anlatmaya çalışsam da asla başarılı olamayacağım ama arka kapak yazısı kısa da olsa kitabın genel havası ile ilgili bilgileri net bir şekilde anlatıyor.
Uyku Sersemi-Hakan Bıçakçı
İletişim Yayınları
Bir şehrin geçmişine ışık tutan mekanların kapanıp şehrin yenileşme sürecinde anıların, insanların, duyguların da çöküp gitmesini Hakan Bıçakçı o kadar derinden anlatmış ki okurken satırlar arasında kendimi karanlıklara kaptırıp yitip gittiğimi hissettim. Şehir çökerken, insanı da yanında götürüyor...
Aşk Dersleri-Alain de Botton
Sel Yayıncılık
Büyük bir aşkla başlayan ilişkinin ilk evrelerinde genellikle insan daha toleranslı olur ama daha sonra ne oluyorsa çiftler birbirini anlamamaya başlar. Küçük şeylerden büyük kavgalar çıkar, karşıdaki kişinin düşüncelerine önem verilmemeye başlanır ya da ilk başlardaki o sabrı göstermeden ağızdan sözler patır patır dökülür. Alain de Botton da bizlere bu durumu bir çifti anlatarak gösteriyor. Evlenecek çiftler için kesinlikle okunması gereken bir kitap olsa da insanlarla olan bireysel ilişkilerimizin temeline dikkat çektiği için bu kitabı okumak için tabii ki evliliği beklememeliyiz :)
G-John Berger
Metis Yayınları
Yolu sanatla kesişen herkes John Berger'i sanat eleştirmeni ve Görme Biçimleri kitabıyla tanır ve genellikle romanıyla karşılaşınca da bir şaşkınlık durumu olur. Bu durum elbette benim için de geçerli. Bu yüzden de büyük bir hevesle kitabı alıp doğru zamanda okumak için bekletiyordum ama doğru zamanda okumadığımı fark etmem kitabın ortalarını bulup yarım bırakmak istemediğim için okumaya devam ettim. Kitapta işlenen birçok konu ve zaman atlamaları var. Yoğun bir kitap olduğu için kitaptaki boşluklar da konunun takibini ben de çok zorlaştırdı. Bu durum sadece bende mi yaşandı diye kitabın yorumlarına baktığımda tek olmadığımı anladım. Bir yandan da bu ödüllü kitabı beğenenlerin sayısı oldukça fazla. Yazar John Berger olduğu için bu kitabı ileride tam olarak anlayabilmek için tekrar okuyacağım.
Uçan Tabut-Pınar Eğilmez
Karina Yayınevi
2018’de erken aldığıma ikinci kez üzüldüğüm bir kitap oldu Uçan Tabut (birincisi Koku) çünkü okuduktan kısa bir süre sonra kitapçıda gördüm ki yeni bir yayıneviyle ve yeni bir kapakla çıkmış. Bu üzüntümü geride bırakırsak yeni bir Türk yazarın ilk kitabının bu kadar güzel olması ve insalara birbirlerinin hayatına nasıl da dokunuklarını hatırlatmasını çok sevdim. Yazarın ikinci kitabının çıkması da güzel satırlar okumaya devam edeceğimizi gösteriyor.
Sex and the City dizisini özleyenleri çok görüyordum ve gerçekten böyle bir özlem varmış. İzledikten sonra aşırı bağımlılık yaptığını anladım. Filmlerini çok çok özleyince izlemek istemiştim ama diziyi özleyince filmlerin ikisini de izlemiş bulundum. Filmlerden de çok bir şey beklememek lazım ama son filmin ortamının da verdiği değişikliğikle ilk filme göre biraz daha güzeldi.
Yazın sinemada resmen film kıtlığı yaşıyordum ve gidilebilecek tek film olarak bunu görüyordum. Arkadaşım da bunu izlemeye davet edince, resmen atladım diyebilirim. Daha önce hiçbir Ocean filmini izlemedim ama bunu sevdim ama okuduğum yorumlar o kadar beğenilmiş durmuyordu. Bir yaz akşamı için kendim için oldukça uygun buldum.
Yavaş yavaş Leonardo di Caprio filmlerini izlemeye başladım ve uzun süre listemde olan gerçek hayattan olan bu filmi izlemek istedim ama bu tarz filmleri gerçekten sevemiyorum. Bol para, bol kendini beğenmişlik, bol gece hayatı, bol içkiler... En sevmediğim şeylerle dolu olsa da oyunculukların muhteşem olduğu bir gerçek.
Beklediğime değecek bir film olduğunu düşünmüyorum çünkü lise hayatında annesiyle ve hayatının akışında gelgitler yaşayan bir kızın hikayesi. Genel bir hikaye ama ele alınış şeklini yine de beğendim.
Sinemalara Mamma Mia 2 gelmişken belki filmine giderim diye hiç izlemediğim ilk filmini izlemek için fırsat buldum. Tam bir yaz filmi: Yunanistan'ın maviliklerinde geçen, eski bir aşk defterinin açıldığı, tamamı müzik dolu ve izlerken asla insanı yormuyor. Çok beğenmedim ama ikincisini de diğer yaz izleyebilirim.
Belçika'da geçen bu film gerçekten adı gibi cesaretin var mı aşka sorusunun uç örneklerini gösteriyor. Küçük yaşta bir kutu ile başlayan cesaret oyunu her adımı onları deliliğe kadar götürüyor, birbirlerine olan aşklarını öldürmek pahasına. 2003 yapımı olan Love Me If You Dare gerçek hayattaki fantastik anları La Vie En Rose gibi güzel müziklerle taçlandırıyor.
Temmuz ayında izlediğim ve hayatımın en güzel filmlerinden biri olmuş olan Good Will Hunting filmini izlemeye başladığınız anda insanı filmin içine çeken ve yaşadığınız anı unutturan muhteşem bir film.
Eski iki liseli aşık yıllar sonra, eskiden yaşadıkları küçük bir California kasabasında karşılaşırlar. Bir öğleden sonra birbirlerine rastladıkları andan itibaren sanki o eski anılarını tekrardan canlandırıp lise günlerine dönerler ve eskiden yapmayı sevdikleri şeyleri tekrar paylaşırlar. Bir günü hiç kesintisiz, eskilerden kopup gelen ve bunları gösteren filmleri çok seviyorum. Ayrıca film tamamen siyah-beyaz ve bu duruma o kadar yakışmış ki...
80'lerin Los Angeles'ında televizyon dünyasına tutunmak için bir grup hayatından hiç umudu olmayan ya da beklentileri bir o kadar fazla olan hepsi birbirinden alakasız kadınlar toplanır ve televizyonda boksu şov halinde gösteren bir programın oyuncuları olurlar. İzlediğim diziler bitince ve bu sırada Glow'un 2. sezonu gelmişken izlemeye başladım ama birinci sezon benim için şöyle böyleydi. Bu yüzden 2. sezonu izlemek için çok hevesli değildim ama kesinlikle 2. sezon muhteşem olmuş. Her şey çok güzeldi ve sabırsızca bütün sezonu çabucak izletti.
Abstract: The Art of Design, tasarım alanını ele alan 8 bölümlük bir belgesel. Mimari, ayakkabı tasarımı, sahne tasarımı, grafik tasarım gibi her bölümde ayrı bir tasarım alanını, o alanda ün yapmış kişilerin biraz hayatını biraz da yaptıkları işi gösteren ve her bölümde ilham verip ufuk açan mükemmel bir belgesel. Yılın başlarında izlediğim Hamlet tiyatro sinemasının sahnesine bayılmıştım ve bu belgesel izlediğim sahne tasarımcısının o sahneyi ve daha nice muhteşem konser, sergi, tiyatro sahnelerini hazırladığı öğrendim. Benim için şahane bir izleme süreci oldu.
Son zamanların en güzel ve en sürükleyici dizilerinden biri olan Anne with an ''E'', insanı resmen ilkokul dönemlerine götüren hem ağlatan hem de sıcacık sahneleri olan insanın içine dokunan bir dizi. Kanada yapımı olan bu dizinin iki sezonunu da ara vermeden hatta bir günde 7 bölümünü birden izleyerek nasıl bir bağımlılıkla izlediğimi anlatmış olabilirim. Daha önce kitabını okumadım ve hatta kitabı o kadar ilgimi bile çekmezdi, neden bilmiyorum. Fakat bu dizi kitapla ilgili bütün düşünceleri mi yıktığını söyleyebilirim.
Haziran ayında nasıl çok kitap okuduysam, bu ay daha çok dizi ve film ile geçen bir ay oldu, sanırım biraz bu duruma ihtiyacım varmış.